Edebiyat ve Sanat 81 da bir İstanbul hanımı bir çocuk doğuruyor, eteğinin altından iki üç yaşında bir afacan çocuk çıkıyor, fıldır fıldır gözleriy- le size, bakıyor ve bu yaşta bir çocuk doğuran hanımın yüzün- de muztarip bir tek çizgi yok. Eski zaman kadınlarının şimdi- kilerden daha bahtiyar oldukları ne kadar doğru! Yine ayni ki- tapta mühim bir hayat vakası var. 32 nci sayfasındaki bir Oğ- lan resmini Yıldız sarayında her gün sakalsız, bıyıksız görmek- ten usanan bir çocuk - ve bu çocuk mutlaka kız olmalı - bu res- min çenesini kurşun kalemiyle çizmiş, çizmiş ve on üç yaşın- daki oğlanın sakalı çıkmıştı. Abdülhamidin bir de okuduğu kitapları gördüm: Hepsi ci- nai roman... Sarayda fransızca bilen memurlar padişaha bu romanları tercüme etmişler. İnsan, düşmüşleri hep kabahatli görmek ister; bence de şimdi Abdülhamidin bir çok kusurların- dan biri bu cinai roman merakıydı; ve 33 sene korktuğum ada- mın bir kabahatini daha yakalamış olmaktan memnundum. Fa- kat bu saadetim çok sürmedi, Çünkü birdenbire zihnimden bir takım mühim adamlar geçti, onlar da cinai romanlara bayılmış- lardı; meselâ, Bismark; meselâ, Romanya kralı birinci Şarl; son- ra meselâ, Aristid Brian. Hatta Briana soruyorlardı: — Çok mu cinai roman okudunuz? — Maatteessüf hayır, diyordu, çünkü okuduğum romanı ça- İK unutur, bir okuduğumu bir kaç kere okurum. Abdülhamidin bu adamlara benzemesine canım sıkıldı; dal- mış, düşünüyordum. Bu aralık içeri biri girdi; kütüphane direk- törü tanıdığı bu zatla beni de tanıştırdı. Çenesinin ucundaki sakal parçasiyle bu adamı birdenbire sevmedim: bir fotograf kadar sahtevakardı; sonra bir yığın da iddialı eşyası vardı: ce- binde fransızca kitap, koltuğunda ingilizce gazete, gözün- de gözlük, hattâ elinde bir de pertavsız... Ya sesi? O ne müthiş şeydi, öğreten bir ses! İşte ben, Abdülhamidin bu roman mera- kına şaştığımı kütüphane direktörüne söylerken, bu pertavsızlı adam o feci sesle sözümü kesti: — Efendim, dedi, Abdülhamitte korku şehveti vardı. Esa- sen. korku insanlarda en eski, en esaslı heyecandır. 6