132 Her Ay Evvelâ hafif ve tatlı çıkan sesi yavaş yavaş büyüdü ve bütün odayı dalga dalga dolduruverdi. Hakikaten güzel söylüyordu. Bir kaç yerde hânende taklidi, bayağı hünerler yapmağa üzen- mesine rağmen mükemmel bir ses materyeline sahip olduğu meydanda idi. Şarkıyı bitirir bitirmez yine deminki Alman: — Bravo! diye söylendi. Bu çocuğu yetiştirebiliriz! Bu aralık gözlerim Aliye ilişti. Bu odada olanların hiç bi- riyle alâkası yokmuş gibi gözlerini boşluklarda gezdiriyor ve canı sıkılan bir adam tavrı alıyordu. Piyanodaki genç kadın eliyle onu yanına çağırdı. Tenor namzetlerinin kulak terbiye- leri denenecekti. Sağ eliyle basit bir melodi çalarak almanca: — Bunu aynen tekrar et! dedi. Türk müzisyenlerden biri izah etti: — Piyanoya göre söyle bakalım! Ali bir bana, bir de gözleriyle arıyarak dostuma baktı, Ben «eyvah» dedim, Zavallı delikanlı ömründe görmediği, sesini duymadığı, adını işitmediği bir âletin karşısına getirilmişti. Ken- disine söylenen sözün manasını bile anlamıyordu. İzah etmek istedim: — Oğlum, bu hanımın çaldığına göre ses çıkar. Piyanodaki kadın ayni melodiyi tekrar etti. Ali büyük bir gayretle ve boynunu bükerek: Bir haber yolladım canan iline... Diye başladı. Oradakilerden bir kaçı güldü ve Ali derhal sustu. — Yok, iki gözüm, dedim, şarki söyliyecek değilsin, bu ses- leri çıkaracaksın. Sıkıntı içinde gırtlağından bir kaç ses fırladı, orada canı sıkılmış gibi duran Almanlardan biri eliyle sarışın tenoru ça- gırarak: — Bu söylesin! dedi. z Piyanonun arka arkaya çaldığı bir kaç melodi derhal bir ses nehri halinde ve berrak olarak delikanlının ağzından dökü- Tüyordu. İşi çabuk bitirmek istiyenler usulen Aliye bir şarkı daha söylettiler... Bu sefer birinciye nazaran çok fazla gayret sarfe- den ve her şeyin bu bir tek şarkıya bağlı olduğunu sezen Ali uf: bal ga: kel lan Vü pel del far kın mu