128 © Her Ay rek onunla konuşmağa başladılar, Her halde arkadaşımın söz- lerini kendi kendilerine izaha ve bundan Ali için parlak netice- ler çıkarmağa çalışıyorlardı. Eg Dostum Ankaraya geldikten sonra hakikaten o delikanlının işiyle hiç durmadan meşgul oldu. Onu bir müzik mektebinde yetiştirmeğe muhakkak azmetmişti. Bu kadar üstüne düştüğü bu iş hakkında konuştuğumuz zaman: : — Bilmezsin, kerdeşim, diyordu, oğlanın sesi kulaklarım- dan gitmiyor, ben bu işin acemisi değilim, aşağı yukarı kendime insan sesi esnafı diyebilirim, fakat böyle bir ses az dinledim. Ben de kendisine iştirak etmekle beraber, aklı selimin ro- lünü oynamak istiyor ve diyordum ki: — Hakkın var. Fakat o sesin bizim üzerimizde bu kadar .kuvvetli bir iz bırakmasında onu dinlediğimiz gecenin hiç te- siri yok mu idi acaba? Mehtap! Şırıltısı kâh duyulan, kâh kay- .bolan küçük dere... İki dağ arasında uzanan kıvrıntılı dar va- di, ve nihayet hiç beklemediğimiz bir amele çadırından tabia- tın .içine yayılıveren bir ses... Bütün bunlar, o gecenin ürkek sessizliğinde bizi garip bir romantizm içine atmış ve alelâde veya biraz daha iyice bir sesi bize fevkalâde gibi göstermiş ola- maz mı? Maamafih bunlara rağmen Sivaslı Aliyi buldurup Anka- raya getirimek ve onu burada da dinliyerek sesini terbiye ve inkişaf ettirmek, itiraz edilecek bir fikir değildi. Ne kadar ya- nılmış dahi olsak, her halde birinci sınıf bir istidat karşısında bulunduğumuz inkâr edilemezdi. Arkadaşım şimdiden hülyalar içinde yüzüyordu. Sivaslı Alinin bir gün meşhur ve dünyaca tanınmış bir opera tenoru olarak Avrupa şehirlerinde konserler verdiğini düşünüyor: — Onun frak içindeki vücudünü ve beyaz yakalardan fır- lıyan kırmızı yüzünü görmek harikulâde bir şey olacak! di- yordu. “Nihayet istediğini yaptırdı. Bir çok yerlere baş vurarak Si Ta ar, ni; tel leş