Edebiyat ve Sanat 121 Osmanlı sosyetesinde istihsal kuvvetleri geri ve iptidaidir. Bu yüzden insan, tabiatin cilvelerine esir bir küçük burjuva is- tihsaliyle bunalır, Bunun önünde şair hiç bir hamle işareti ve- remez. Hattâ onun aksini yapar. Bizzat hamle eden genç bir te- şebbüsü meş'um neticelere bağlar. Balıkçının çocuğu: «Hayır sular ne kadar coşkun olsa ben giderim». Der ve gider. Fakat bir daha geri gelmez: «Ne çare kader!» Tevekkül: Sosyete mücadelesinde edebiyatı cedideci daha ayık değildir: «Kur'a neferi» Mehmed Emin. «Ey kardeşler bu yiğit de Türk gayreti güderdi, Tüfeğine en sevdiği sapan kadar gülerdi. Onun sağken çalıştığı aziz yerdi şu toprak! Ölünce de bıraktığı şey şu oldu: bir toprak!... Ruhlarına okuyalım fatiha Ötesini bırakalım Allaha» «Türk sazı» için insan kütübü mukaddesenin adamıdır: top- raktan halkolmuştur.; toprakta çalışır; toprağa kavuşur. «Öte- si» ne iyi saatte olsunlar veya «Allah» karışır: Biz Türklere dü- şen iş, bol bol fatiha okumaktır.. Aşırı derece kalem efendiliği kokan bu miskin tevekkül fel- sefesi, modern bir millet şiirinde değil, ancak kadim bir ümmet şürinde bulunabilir. Vatan kavgasında canını veren Türk köy- lüsü, şairden galiz imam telkinini mi duymalıdır? Ölüm: Edebiyatı Cedidenin her gezdiği yerde ayağına do- laşan şey ölümdür: «Ölü kafası» (Büyük kardeşim filozof Rıza beye). «Bir tarlada geziyordum, ayağıma katı bir şey takıldı; Baktım kemik, dikkat ettim, bir insan kafasının kemiği; Kimbilir şu fâninin vücudundan bugün bizde neler var. Belki onun kemikleri şimdi senin gözlerinde parıldar. Her şey böyle.. Hattâ biz, dünyamız da bu baş gibi olacak Bir gün hayat tükenecek, yalnız cansız granitleri kalacak Her zerresi bir âleme dağılacak, zira bu bir kanundur».