Edebiyat ve Sanat 125 vayı hafiften gelen bir saz sesi doldurdu. Müzikle uğraşan ve bir müzik mektebinde vazifesi olan arkadaşım doğruldu. Kaşla- rını çatarak dinlemeğe başladı. Yol amelesinin çadırı tarafından gelen saz sesi, ustaca'bir meyandan sonra, susar gibi oldu ve bir erkek sesi o zamana ka- dar duymadığımız, fakat bize yabancı da gelmiyen bir halk şar- kısı söylemeğe başladı: Döndüm daldan kopan kuru yaprağa Seher yeli, dağıt beni, kır beni, Götür tozlarımı burdan uzağa Yarin çıplak ayağına sür beni. Bu sefer ben de doğruldum. Saz tekrar kıvrak bir ara nağ- mesine başladığı halde kulağımda hâlâ deminki sesin çınlama- ları vardı. Arkadaşım: — Bu ne? demek ister gibi yüzüme baktı. — Fevkalâde! diye mırıldandım. Ses takrar, ve bütün vadiyi çınlatırcasına başladı: Aldım sazı çıktım gurbet görmeye Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye Ne lüzum var şunu bunu sormaya Senden ayrı ne hal oldum, gör beni, Ömrümde bu kadar güzel, gür, tatlı bir erkek sesi dinleme- miştim. Bir insan gırtlağından bu kadar manalı ve sarıcı sesle- rin nasıl çıkabildiğine hayret ediyordum. Arkadaşım kalktı, beni de kaldırdı. Amelenin çadırına doğru yürümeğe başladık. Orada, çadırın önünde, dört beş kişi oturmuşlardı. Etrafla- rında kazma ve kürekler serpilmiş duruyordu. Çadırın kapısına asılmış bir fener sallandıkça vadinin içine doğru uzanan ve baş- ları karanlıkta kaybolan gövdeler belli belirsiz kımıldiyorlar- dı. Yirmi yaşından fazla göstermiyen bir delikanlı, çadırın ö- nünde, yan yatırılmış bir el arabâsının üstüne oturarak saz ça- lıyordu. Başı göğsüne yatmış ve gözleri yere dikilmiş olduğu için çehresini tamamen görmeğe imkân yoktu. Fenerin aydın-