130 Her Ay Mektebin muhtelif milletlere mensup müzisyenlerinin türkçe, almanca, fransızca mükâlemeleri ortalığı doldururken müdür odasının kapısı vuruldu ve içeriye iki kişi girdi. Bun- lardan biri maarif müfettişi idi. Biraz evvel Vekâlete müracaat eden ve imtihan edilmek istiyen bir çocuğu getiriyordu. Orta mektep mezunu olduğunu ve sesini hocalarının beğendiğini söyliyen bu çocuk sarışın, oldukça şişman, uzun, dalgalı saçlı, cesur bakışlı bir delikanlı idi. Orada bulunanlar «hay, hay» de- diler. Zaten bir tenoru imtihan edeceklerdi, ikisini beraber de dinliyebilirlerdi. Hep birlikte çıktık. Arkadaşım memnun ve kendinden emin bir tavırla imtihan odasını açtı. Burası parke döşeli, bir tarafında yeni kurulmuş sahnemsi bir yer bulunan geniş bir salondu. Sahneye yakın köşelerden birinde de bir kuy- ruklu piyano vardı. Oda birdenbire doldu. Grup grup türkçe ve frenkçe mükâlemeler başladı. Bazan münakaşalar birbirini bas- tırıyor ve anlaşılmaz bir gürültü benim bile başımı ağrıtıyor- du. Genç bir Alman kadını piyanoya geçip tuşlara dokundu. Sivaslı Ali ömründe hiç görmediği bu âlete hayret dolu bir göz attı, sonra, ihtimal acemilik göstermemek için, lâkayt bir hal almağa çalıştı. Bu sırada genç müzisyenlerden biri sahne- ye beyaz boyalı demir bir iskemle koyarak Aliye: — Otur bakalım, dedi. Diğer bir müzisyen atıldı; — Canım, iskemlede oturup şan yapılır mı? Ayakta söyle- sin! — Amma yaptın ha, ayakta saz çalıp şarkı söyliyen halk şa- iri gördün mü? Bu münakaşa esnasında Ali gözleriyle odanın bir hastane ameliyathanesine benziyen beyaz, çıplak dıvarlarını büyük, perdesiz pencerelerini seyrediyor ve odayı sesleriyle dolduran bu bir sürü adama, ameliyat masasına yatacak hastanın doktor- lara bakışına benziyen ürkek nazarlar fırlatıyordu. Ben yanımdaki müzisyenlerden birine: — Bunu iskemleye oturtup söyletmek doğru olmaz, bağdaş kurup söylemeğe alışmıştır, belki sıkılır! dedim. O bir an «doğru» der gibi baktı, fakat sonra: me: sın!