raf de- ıennem oldum: : İakat Bilmiş istiyan lâtuna, sanlara 'orlar. 'lıklara ısa, kı- lariyle Jen ce- . bizim ım ye- ennem ı tara- ler ise yine O dakâr- atlı ve eni çe- i elim- e çeki- yar ol- nnetin i kim- ve ka- le Rıd- nın sa- Hayg- bekçi- vi a Felsefe, Ruhiyat ve İçtimaiyat 45 leri yalnız bir dil bilirler, halbuki Rıdvan her dili ayni derece- de mükemel konuşuyor! Şimdi ben kendi bucağıma sığınarak bilhassa bu bekçiyi ve Cennete gelip gidenleri seyrediyorum. Dün birisi geldi. Tavrından Arap olduğu anlaşılıyordu. Cennetin kapısını iterek sellemetüsselâm içeri girmek istedi. Rıdvan, uzun kolunu uzatarak ensesinden yakaladı ve onu iki metre uzağa attı. — Nereye gidiyorsun? — Cennete! — Vesikan var mı? Arap hiddetlendi: : —Ne vesika? Ne Kâğıt? Enamin evlâdül'arap? Ömrümü na- maz kılmakla, oruç tutmakla geçirdim! Zekât verdim, Hacce gittim, on sekiz cihada iştirak ettim, dört nikâhlılarım arasında tam bir adaletle muamele eyledim! Artık ne kâğıt? Ne vesika? — Ente min evlâdül'arab! Şu! Bu! Bana ne? Ben kâğıt, ve- sika isterim! Var mı? Yoksa haydi buradan! Dedi ve Arabın üzerine öyle korkunç bir bakış attı ki Arap, durmadan kaçtı. Ben hayret ettim. Demek ki Cennete girmek için dühuliye varakası lâzımmış! Fani dünyadaki klüplere, balolara, garden- partilere girer gibi! Hayretler ettim ve bu mesele beni çok meş- gul etti. Nihayet dayanamadım, köşemden eğilerek, büzülerek o mehabetli Rıdvana: — Ey Cennetin şanlı şerefli korucusu! Lütfunuza sığınarak ' bir sual sorabilir miyim? Dedim. Rıdvan beni yukarıdan aşağıya doğru süzdü ve bir “istihkar bakışı içine aldı. Benim çok miskin halim ona merha- * met telkin etmiş olacak ki benimle konuşmaya tenezzül etti: a — Sen misin? Burada ne gezersin? Sormak istediğin şey “nedir? Dedi. Ben iki kat oldum ve sesime mümkün olduğu kadar * yumuşaklık ve okşayıcılık vererek: LA 1 i — Ben fani dünyada bir mektep hocası idim. Bu hakikat MÜ dünyasına göç ettim. Beni sorguya, suale çektiler, Fani dünya- da ben idealist denilen zümreye mensuptum. Ömrümde kimse- is i ri