ka- 'iral 1un- iirer teş- dbir çilik zile . Za- bire çılık | çı- Siyaset ve İktisadiyat | 37 cier de la Riviğre, Le Trosye, Turgot gibi iktisatçıları da say- mak lâzımdır. Fisyokratlar, kıtlıktan korkan iktisatçılardır. Yer yüzünde tabii bir nizamın hüküm sürdüğüne inanmışlardır. Fertleri kendi hallerine bırakınız; onlar kendilerine en faydalı bir şe- kilde hareket edecekler, ferdi menfaatleri onları mümkün ol- duğu kadar fazla istihsal yapmağa sevkedecektir! demelerin- deki hikmet budur. Bırakınız yapsınlar! formülünün manası: fertler kendi menfaatlerini temin için uğraşırlarken istihsali çoğaltacaklarını ve bu yüzden kıtlığa mani olarak umumi men- faati temin edeceklerini ifade eder. Demek oluyor ki, onlara göre, ferdi menfaatle umumi menfaat arasında tam bir muta- bakat vardır. Herkesin iyiliğini temin için mübadeleyi müm- kün olduğu kadar kolaylaştırmak kâfidir. Çünkü her fert en fazla mübadele edilebilecek eşyaya malik olmak gayesile en büyük gayreti sarfedecektir. İşte (1728 - 1790) Adam Smith'le başlıyacak olan serbestçi mektebe fisyokratların bu düşüncesi ilham vermiştir. Bu mektep kıtlık peygamberi Malthus'u (1766 1836), büyük iş adamı Ricardo'yu (1772 - 1823), Jean - Baptiste Say'i (1767 - 1823) yetiştirmiştir. Fisyokratların ve serbest mektep taraftarlarının tabii niza- mına karşı ilk itiraz sesini yükselten Sismondi (1773 - 1842) olmuştur, İlk İngiliz buhranları ve intaç ettiği felâketler Sis- mondi'yi pek müteessir etmişti. İçinde artık şu meşhur tabii kanunların mevcudiyeti hakkında bir şüphe uyanmıştı. Ferdi menfaatle umumi menfaat arasında mevcudiyeti iddia edilen o güzel ahengi ariyor, bulamıyordu. Kanunların umumi olması lâzımgelmez miydi? O halde nasıl oluyordu da bu tabii kanun- lar her ferdin iyiliğine hizmet etmiyorlardı? Herkes umumi iyiliği ancak kendisininki ile mutabık olduğu takdirde istediği- ne göre, nasıl olur da ferdi menfaat umumi menfaatin ayni ola- bilirdi? Sismondi yalnız İngilteredeki değil, Fransa, İsviçre ve İtalyadaki sanayi merkezlerini de gezmişti. Orada gördüğü se- faletleri haykırmaktan çekinmedi. Fabrika işçilerinin ne acıklı şartları içinde yaşadıklarını, içlerinde henüz altısını bile doldur- mamış çocukların nasil çalıştırıldıklarını, günde 16, 17 saat süren iş müddetlerini medeniyetin yüzüne çarptı, sanki: