120 Her Ay O gündenberi bu kitap merakından biraz soğudum. Bu vakayı daha tatsızı takip etti: bir gün İbnülemin Mah- mut Kemalin kitap odasında yalnız başıma oturuyordum. İbnül- emin içeriye, hareme gitmişti. Bu kütüphane, ev sahibi olma- dığı zaman onun vazifesini görecek kadar kıymetlidir; cilbent- lerindeki el yazılarının en yenisi Şeyh Galibindir: bir hafta evvelki hayatınız kadar bile solmıyan canlı bir mürekkeple diri bir yazı.. Ben kütüphaneyle uzaktan hasbihal ederken bir misafir geldi, odaya girince şaştı: — Nasıl? Mahmut Kemal bey sizi kütüphanesinde yalnız mı bıraktı? Size çok emniyeti var o halde! Maznun mevkiimde olmadığıma hayret ediliyordu. Canım sıkıldı. Böyle tatsız bir iki vakadan sonra kendine ait hususi bir ahlâk mefhumu olan bu kitap merakını yakamdan attım. Fakat yine kitaptan ayrılamıyordum. Bu sefer kitap meraklılarına merak ettim. Bu merak ucuz- du; kıskanmak, iftira etmek, herkesi hırsız sanmak gibi husu- siyetleri de yoktu. Fakat bu ikinci merakın başka mahzurları vardı. Meselâ kitap meraklısı «Üsküdar haritası» ismindeki antika kitabı ucuz almışsa sizin de bahtiyar olmanızı istiyordu. Sonra bu kitap meraklılarının bazılarında öyle hususi bir kibir vardı ki kütüp- hanelerinde beş bin kitap var diye bunları kendileri yazmış gibi çehrelerinde beş bin müellif azameti duruyordu: beş bin kibir! Fakat ben bunların müstesnalarını buluyordum: Selim Nüz- het gibi, Sormazsanız kütüphanesini konuşmuyor, ve inceliği yalnız topladığı değil, yazdığı kitaplarda da görünüyordu. Me- selâ biz insanlar yazarken bile, okurken bile kibirliyiz; lâakal İskenderi Kebiri okur, lâakal Napolyonu yazarız. Halbuki, o, Ka- ragözü yazardı. Sorarım, Karagöz, bu vecize insan Napolyon- dan daha şirin değil midir? İşte geçen gün ben «Boyalı deve derisi» nin tarihini yazan muharririn kütüphanesini görmeğe gittim. O, Cağaloğlunda otu- ruyor. Beyoğlundan mütenetfir.