Felsefe, Ruhiyat ve İçtimaiyat 71 tün hacmi ve tam kütlesi değil, sadece bir ıslaklıktır. Bu haki- kat nemi bizim bütün hararetimizi söndürebilir mi? Hayır. Sistemlerin bu kazık kesilmiş, sabit kadavra oluşları nere- den geliyor? Valöry'nin zannettiği gib düşünce ile realite ara- sındaki ihtilâftan mı? Evet ve hayır. Evet: çünkü, nominalist'lerin iddiaları hilâfına düşünceyi yaratan söz değilse, yahut «Her şeyin evveli kelâm değil ise» bile düşünce kelime ile her zaman müteradiftir ve kelime ile mana arasında her zaman bir ihtilâf vardır. Hayır: çünkü, kelimeden müstakil, dilsiz bir düşünceye, veya dilini kelimeden başka sembollerde bulan müstekil bir düşünceye inananlar için düşünce ile realite arasında ihtilâf olamaz, çünkü bu düşünce de o realitelerden biri, yahut reali- tenin ta kendisidir. Eğer biz, hatta düşüncenin ne olduğunda anlaşamıyorsak ihtilâf düşüncenin özünden değil, sadece bu «düşünce» kelime- sinden doğuyor. Her hangi bir mücerret kelime için de hal böyledir. «Zaman» mefhumunu alınız. Descartes, Malebranche, Spinoza, İngiliz ampiristleri meselâ Locke, yahut bir idealist: Leibnitz, yahut Kant, veya öklitçi olmıyan hendeseler ve iza- fiyeciler, nihayet Bergson bu zaman mefhumunu büsbütün başka başka tarif ederler. Hatta o kadar farkla ki dün Des- cartes'ın zaman dediği şeye bugün yanılmıyorsam, Durde deniyor, Evvelâ Saint Augustin'in bir sözünü küçük bir yazımda zikretmiştim: Zamanın ne olduğunu herekes bilir, diyor o, fa- kat hiç kimse onu tarif edemez. Tarif edebilir, diyelim, fakat bu tarif zaman kadar külli bir hakikati içine alamaz ve herkese kabul ettiremez. Hangi mücerret mefhum için böyle değil? Zaman, mesafe, hayat, re- alite.. ilh.. Nietzsche ve Valery bu kelimelerle medlülleri arasındaki ihtilâf yüzünden, bu kelimeleri değil, manalarını inkâra ka- dar gidiyorlar; bu ihtilâfı düşünce ile realite arasındaki uy- gunsuzlukta buluyorlar; fakat bunu söylerken «düşünce» ve