Edebiyat ve Sanat 139 Nihayetinde bir meczubdan başka birşey olmıyan bu ada- mın bu geliş ve gidşinde muhayyeleyi gıcıklıyan öyle bir taraf vardı ki, onun biran içinden çıkıp gene karanlığına daldığı bu tipili kış gecesinin bir nevi özü, yahud hiç olmazsa ona ya- kın birşey, doğrudan doğruya unsurlardan gelen ve onların kuvvetini taşıyan bir mevcud zannetmemek için €piyce kendi kendime cebrettim. Bu geceden sonra Tahsin Efendiyi bir daha görmedim. Hatta aramızda bahsi bile geçmedi. Diyebilirim ki ben de da- hil olmak üzere hemen hepimiz, o geceki çocukça korkumuzu hatırlamaktan utanıyor gibiydik. Bununla beraber zaman zaman onu hatırlıyor ve bu garib adamla konuşmayı istiyordum. Vâkia ilk anların vehimleri git- mişti, fakat muhayyelem bu deliye şimdi büsbütün başka bir hüviyet veriyor, onu etrafımda her gün bir parça yakından ta- nıdığım yıkılışın bir timsali gibi görüyordum. Tahsin efendi ile son bir defa daha, bu sefer bir zelzele ge- cesinde karşılaştım. 1924 senesi sonbaharında olan ve o havali- yi Kars'a kadar altüst eden bu felâket elbette hatırlardadır. Ben o zamana kadar bu afeti görmemiştim ve bir türlü ne dereceye kadar müthiş olabileceğini anlıyamıyordum. Toprağın sarsıntısı denizin fırtınasına benzemiyor, büsbütün ayrı bir şey; denizde her zaman mütekayyız bulunuyoruz; deniz, biliyoruz ki in- san oğlu için güvenilecek bir unsur değildir. Onu başından düş- man olarak aldığımız için su bizde mukavemet, müdafaa ve zafer sevki tabii ve ihtiyaçlarını uyandırıyor... Halbuki toprak böyle değil; o insanlığın en güvendiği un- surdur. Saadetini, refahını, emniyetini ona bağlamıştır. Onu her zaman muti, müşfik ve yahud hiç olmazsa lâkayd ve sakin gör- meğe alışmışızdır. Toprağın sarsılması işte bu emniyetin yı - kılışıdır ki bir dost tarafından hançerlenmeğe benziyen vahim bir hali var. Onun için, denizden gelen tehlike karşısında atik ve cesaretli kesilen bir insan topraktan gelen tehlike karşısın- da maneviyatını kaybetmiş bir sürü şekline giriyor. İlk zelze- le gecesi daha bu işin manasını anlamadığım için erkenden ya- tağıma girdim ve Selâniki tarihini okumağa başladım. Fakat beş dakika sonra harap evin bütün kirişlerini ayrı ayrı gıcır-