144 Her Ay dum; bütün korkularımıza rağmen onu bir dönüş gibi kabul ediyoruz diye düşündüm. Fakat en elim ve beni en ziyade kor- kutan düşüncem yarı bırakılmış bir yapının karşısında geldi. Bu iki katlı genişçe bir evdi. Önünden geçerken birdenbire ba- şımı gayri ihtiyari salladığımı ve kendi kendime «Zavallılar... ne yapıyorlar, ömür bu zahmete değer mi?» diye mırıldandığı- mı hissettim. Daha iyisi ben bu sözleri mırıldandım. Ven ben- de bulunan ikinci bir adam bunu farketti. İşte o zaman kendi kendimden korktum: Zelzele maneviyatımı bozmuş, ölüm peşime takılmıştı; ve hakikaten ondan birkaç sene için dyrı- lamadım. . Belediye bahçesinin önüne geldiğim zaman yorgun ve bi- taptım. Nasıl oldu da buraya kadar hiç farketmeden gelmiş- tim? Bunu düşünmeğe lüzum yoktu: Bu yorgun ve uykusuz adamı şehir kendiliğinden aşağıya doğru kaydırmıştı. Ve ben tıpkı bir yokuştan yuvarlanan taş gibi bu nisbi düzlüğe gelir gelmez durmuştum. İlk gözüme çarpan şey, o civardaki büyük bir yalağın yaptığı bataklıkta çömelmiş iki manda karaltısı oldu. Bu mandalar -burada bunu söylemeliyim- Erzurumda be- nim bir nevi firi sabitim olmuştu. Günün her saatinde on- İardan birile karşılaşır, sırtlarına ve hatta başlarına kadar ta- şıdıkları kurumuş çamur parçaları, pislik bakiyelerile ve tepe- lerinin üstünde bir küçük kasırga gibi dalgalanan küçük hay- vanlar gümesile bana büyük ve cüsseli olmanın kefaretini bü- tün ömürlerince çekmeğe mahküm büyük zavallılar gibi görü- nürlerdi. Bu sefer de -onları mutad yerlerinde bulmak ihtimali- le- farkında olmadan aramıştım. Eğer kahvede ışık ve hatta ka- labalık farketmese idim şüphesiz ki bu tesadüfün üzerinde bir az daha dururdum. Fakat sıcak çay ümidi beni bu kendi kendi- me icat ettiğim acı felsefeden ayırdı. İnsanlığın talihsizliği üzerinde demindenberi kafamda geçen acı düşünceler, bana farkında olmadan bir nevi azamet ver- mişti. Hayatın iradesine ve kanunlarına karşı isyan etmiş tim. Ve şimdi bu isyanın şişkinliği içinde idim, Onun için kah- veden içeri girmedim, bahçenin kuytu bir köşesinde bulduğum bir sandalyaya bir nevi yarım ilâh dargınlığile oturdum, yahut daha doğrusu büzüldüm. Çünkü deminki serinlik şimdi haki-