Edebiyat ve Sanat 143 a e A DME a e ve ACİN ayni mütebessim yüzle bakıyordu. Zelzöleden değil bu sakin ve mütebessim yüzden bu sükünet ve kayıtsızlıktan, insan oğ- lunun yer yüzündeki bu korkunç yalnızlığından korkarak o- dadan fırladım. Fakat geç kalmıştım. İlk sarsıntı beni merdi- venin başında yakaladı. Bu belki şimdiye kadar olan sarsıntı- ların en kuvvetlisi idi ve hemen arkasından gelen uzak ve sa- gır yıkılma sesinde bütün bir şehri örtebilecek bir kudret veh- medilebilirdi. Bittabi tekrar sokağa fırladım. Gecenin bilmediğim bir saatinde, gözüm ve belki de bü- tün vücudüm uykudan şişkin, burnumda yatağımın ve kendi tenimin kokusu, tekrar bu suali kendmie soruyordum, Önüm- de nasıl geçireceğimi bilmediğim bir gece ve heyhat, ertesi gü- nün şimdiden beni korkutan uzunluğu vardı. Yavaş ve dalgın her adımda derimi çatlatacak kadar beni dolduran uykudan bir parçasını kaybederek, ümidsiz ve emniyetsiz yürüyordum. Ara sıra yolda hemen olduğu yere uzanıvermiş insanlara bas- mak vehmiyle silkiniyordum. Uyuyan bir şehirde tek başına dolaşan bir adamın yollar hakkındaki fikri büsbütün başka oluyor, Zannederim ki bir şehrin hakiki topoğrafiyası ancak böyle zamanlarda görülüyor. O gece Erzurumu asıl fizyoloji- sinde tanıdım zannediyorum. Ara sıra başımı kaldırıp havaya bakıyordum. Ay biraz daha alçalmıştı. Fakat ayni sakin ve soğuk güzellikte, aydınlığının donuk çeşmesini açmış bütün manzarayı o kendisine mahsus hülya ve ölüm şiirile doluyor- du. Eşya, müstehzi ve zalim bir sihirbazın eline verilmiş gibi, bütün çizgi ve şekillerini değiştirmişti. Her şey, tanınmıyacak kadar güzeldi. Bununla beraber bu güzellik benden o kadar uzak, o kadar yabancı ve hatta düşmandı ki... Elimden gelse gözlerimi kapar öyle yürürdüm. Toprak, kendisine olan emni- yetimi yıkmıştı. Tabiatla kolay kolay barışamazdım. Toprak, üzerinde emeklediğimiz, gezdiğimiz, oturup, kalktığımız, ha- yat dediğimiz gülünç ve muztarip oyunu oynadığımız ve sonra bir gün tekrar kucağına döndüğümüz katı anayı bana bu zel- zele geceleri öğretti. Biran içimden tüyler ürpertici manzarasile bir düşünce geçti: — Ölüleri kucağından fırlatan bir toprak.. Ve o zaman insanlığın bütün hayatı bu tehditle geçtiği halde ni- çin ölümü o kadar sık düşünmediğini bir az hisseder gibi ol-