Edebiyat ve Sanat 149 Bir insan yüzünün en manalı bir âlem olduğunu ben o ge- ceye kadar anlıyamamıştım. Hayat dediğimiz o girift oyunun, aktörlerini bu kadar kuvvetle benimsiyeceğini, onların her hal ve tavrına kendi akışının damgasını bu kadar kuvvetle vura- cağını hiç düşünmemiştim. Bir yüz buruşuğunun, göz altında- ki her hangi bir çizginin, dudak kenarındaki bir kıvrımın, ne bileyim konuşmadan evvelki bir saliselik bir tereddüdün, kü- çük bir el işaretinin, manasız ve ehemmiyetsiz bir bakışın, bir gülüşün, bir omuz düşüklüğünün bütün bir ömrü en ince, en karışık, en nüfuz edilmez taraflarından anlatacak birer emma- re, birer işaret olduğunu hiç düşündünüz mü? Karşımda bana arkasını dönmüş tavla oynıyan bir adam- cağız vardı. Orta boylu, zayıf, başı tepesine doğru açılmış otuz, otuz beş yaşlarında bir insan; her gün sokakta, dairede, lokan- tada rasgeldiğimiz insanlardan biri. Başı biraz kalkık omuzla- rının arasına sonradan yapıştırılmış gibi gömülü, sırt biraz öne bükük, ikide bir kontrolsuz bir jestle sağ elini alnına doğru kal- dırıyor, sanki görünmiyen zehirli bir böceği kovalıyordu. Bu sinirli zayıf elle beraber bu kemikli başını ikide bir böy- le arkaya doğru gidişi ne korkunç ne zalim bir şeydi. Bir iki defa yanındakilerle konuşmak için yüzünü benden yana doğru çevirdi. Ne karışık bir çehresi vardı. Geniş alnı, gözlerinin ve du- daklarının kenarı, kırışık ve çizgi içinde idi, Bununla beraber yalnız bir bakışını tuttuğum gözleri ne kadar genç ve diriydi. Müthiş bir hareket bolluğu içinde, kızararak, konuşarak, şansa lânet ederek oynuyordu. Birdenbire zarları bıraktı. Müthiş bir şey olmuş gibi bir an durdu, düşündü, sonra hafif bir omuz kal- dırışile ayağa kalktı, yukarıda bahsettiğim el işaretile fikri sa- bitini bir kere daha koğdu. Oyun arkadaşile hesabını görerek, yine başı omuzlarına gömülü, kendi içine katlanmış hüviyetile, fakat bu sefer nisbeten daha sakin bir yüzle kahveden çıkıp gitti. Niçin oyunun ortasında zarları bıraktı? Ayakta neyi dü- şündü ve neye karar verdi? Niçin bir dakika evvel omuzları o kadar çökük ve mahkümdu ve neden kahveden çıkarken bütün hüviyetinde bir nevi sükünet ve kayitsizlik vardı? Muamma. Ta karşımda ayak ayak üstünde oturan bir başkası hiç dur-