Her Ay 110 dökülen o ecel terinden daha soğuk teri bir gün bile dökmedi; vakıa bu yüzden eserinde şüphenin ateşinde pişmemiş olmanın verdiği bir nakise yok değildir. Fakat o bunu fark bile etmedi; bir masal veya rüya atmosferinde yürür gibi her karşılaştığı maniin önünde muhteşem bir kapı gibi açıldığının farkına bile varmadan yürüdü. O yürürken başkaları için o kadar cefakâr o- lan şöhret, şiirinin önünde Semiramisin arslanları gibi halim ve muti yaltaklandı, şan ve şeref adımlarını bir gölge gibi takip etti. i Bu sonuna kadar böylece gitti, ve o bütün bunlardan ha- bersiz, bir an kendi üzerinde durmanın veya etrafına bakma- nın zahmetine bile katlanmadan, talihin çizdiği bu düz yolda bir küçük seyyare azamet ve kayıtsızlığıyla yürüdü. Bir gün kendisine sorulan, kimleri okurdunuz? sualine (yazmaktan okumağa vaktim kalmadı) kabilinden bir cevap veren Hâmitte bu kayıtsızlık, bir yazdığı esere bir daha dönüp bakmamak şeklinde bir itiyada kadar vardı. Kendi kendine inanmanın bu derecesini şairler arasında de- gil, insanlığa yeni bir din getirenler arasında bile görmek pek az mümkündür. Vakıa Hâmitte ilhamını bir nevi vahiy, kafiyenin mekanik düşüşünü Cebrailin kanat şakırtısı gibi kabul eden bir hal de yok değildir. Onun bu mes'ut yaradılışı karşısında şiir dünyasının ha- kiki prenslerinin talihini düşünmemek, Fuzulinin bir kaç kuruş için sağa sola istida veren şahane gururunu, Nef'inin kement altında devrilen boynunu, Görard de Nervale'in kendisini astığı sokak fenerinde, sabahın alaca karanlığında sallanan tayfini, Baudelaire'in bir hastane köşesinde kilitlenmiş maskesini Dan- teye Arnoonun gülen kıyılarını bir cehennem yapan menfayı, Nedimin peşinden Echylin erinnileri gibi saldıran kudurmuş kalabalığı, hatırlamak ve aradaki farktan onun hesabına ürk- memek kabil değildir. Çünkü hayatta her şey bir muvazene meselesidir, ilâhla- rın sofrasına oturabilmek için fanilerin sofrasından biraz gözü yaşlı kalkmak gerektir.