semiş- izleri nakla- 1. An- Edebiyat ve Samat g1 o zamanlar oldukça moda halini alan bu küçük alışveriş zevki onu cezbediyordu. İşgüzar bir tavırla sordu: — Şekeriniz çok mu? Çıkınlarımızı gösterdik: — Bizim iki funt kadar ekmeğe ihtiyacımız var. O âdetâ biraz hayal sukutuna uğrıyarak, biraz da “kir- li şekerimizi onun mis gibi ekmeğile mukayese etmek küs- tahlığını,, gösterişimizden dolayı kendini tahkir edilmiş sa- yarak: — Amma da yaptınız ha, dedi. Canlı koyun taksim e- dilmez. Ben şimdi iki funt ekmek kesemem. Kocaman ek- meği bozamam... İstihfafla bize baktı. Kıvırcık saçlı başını salladı ve yo- luna devam etti. Fakat birdenbire durdu. Arkasına döndü. Bize bir defa daha, âdetâ ilk defa görüyormuş gibi dikkat- le baktı. Sonra mahçup bir eda ile biraz yan dönerek fevka- iâde güzel meşin pantalonunun kuşağı arasından kınlı bir bıçak çıkardı. Ekmeğinden, üç funt ağırlığında kocaman bir parça kesti. Ve sessizce bize uzatarak yoluna devam etti. Biz: — Yoldaş, diye bağırdık, şekeri unuttunuz!.. O, can sıkıntısile elini salladı. Başını bile çevirmeksi- zin, nasıl birdenbire köşeden peyda olduysa, gene birden- bire gözden kayboldu. Biz ikimiz birbirimize baktık. Kendimizi hariçten &ö- rür gibi olduk. Karmakarışık saçlarımızla, tıraşı uzamış, on günlük, sakal ve bıyıklarımızla, yanık yüzlerimizle, çuval gibi pan- talonlarımızla, bezden yapılmış kül rengi gömleklerimizle, âdeta pabuçsuz ayaklarımızla, olduğumuzdan yirmi yaş fazla görünen bizler, yabancı bir şeylerin ortasında iki bandura çalğıcısı veyahut asırların tozlarile örtülmüş iki peygamber gibi duruyorduk.