i olduğu ettiğini tık. : kokusu çalıyor- rmış bir ışları ve da kapı- dakika biatlı bu Edebiyat ve Sanat 89 genç adamın suçunu çoktan affetmiştik. Sokaklardan geçe- rek metin adımlarla arkasından gidiyorduk. Şimdi, alacağı- mız ekmeği, onun lezzetini, kokusunu düşünerek bir baş dön- mesi geçiriyorduk. O artık bizim midelerimize girmiş gibiydi. İşte kapıya geldik. Aşağıya bir merdiven iniyordu. An- bar.. Raflar.. Terazi.. — Yoldaş Serdük, artist arkadaşlara istihkakları olan erzakı lütfen verir misiniz ?. Küçük bir gaz lâmbası Serdük yoldaşın işlemeli gömleği- ni, muntazam taranmış saçlarını, etrafı madeni küçük göz- lüklerini, gümüşi sakalını velhasıl yer altındaki kubbe üze- rinde kocaman bir gölge teşkil eden ağır hareketli, ufak te- fek Ukraynalının bütün ehemmiyetsiz teferruatını aydın- latıyordu. Serdük yoldaş, bizi çileden çıkaran ağır hareketile erzak verme emrini, enine boyuna gözden geçirdikten sonra, derin bir iç çekişile tezgâhın üzerine yüz gram tütün koydu. Tütü- nü ekmek bıcağile iki müsavi kısma ayırdı. Sonra ayni dik- katle iki porsiyon rutubetlice toz şeker tarttı. Bunları, inkı- lâptan evvele ait bir adliye defterinden koparılmış birer kâ- gıda sardı. Bütün bunlardan sonra şekere bulaşmış ellerini iyice te- mizledi. Tezgâhın üzerinde durmakta olan lâmbayı alarak raflarda gezdirdi. Tekrar yanımıza dönünce; — Ekmeğinizi yarın alabilirsiniz, dedi. Yahut, herhangi bir sebepten dolayı yarın gelemezseniz, size, istihkakınız olan ekmek yerine şeker 'verebilirim. Lütfen birinden birini seçi- niZ1.. Bizim tahminlerimize göre saat altı sularıydı. Kapanma- dan çarşıya yetişebilir, orada şekerimizi ekmekle değiştirebi- lirdik. Çıkınlarımızı yakaladığımız gibi hemen kendimizi dı- şarı attik. Bilseniz ne acele ediyorduk!.. Üç buçuk kilomet- relik bir mesafeyi yarım saatte yürümüştük. Vücudumu- zun her tarafını, tozdan simsiyah olmuş bir ter kaplamış- t.. Ağzımızdan alevler çıktığını zannediyorduk. Fakat bunların hepsi nafile imiş.. Meğer bizim saatten