Her Ay duğunu ve etrafı enval türlü sandviçlerle o çevrili olduğu halde, kadim Şark pazarlarına ait bir ders takrir ettiğini gördük. Ayaklarımızın ucuna basarak salondan çıktık. O zamanlar otomobillerden intişar eden ekzos kokusu tahammül edilemiyecek bir şeydi. İnsanın bu kokudan ba- yılması işten bile değildi. Bu koku insana bulantı ve baş dön- © mesi veriyordu. Dünya insana, koyu leylâk rengine boyan- mış keskin ve parlak eşyalardan ibaret gibi görünüyordu. Üçüncü gideceğimiz yerin bahçesinde orkestra çalıyor- du. Kalın leylâk ağaçları, rutubetli ve fazla kararmış bir i çitin arkasından intizamla yükseliyorlardı. © Akşam oluşunu ve sinemanın başlamasını tahammül ile | beklemekte olan gençlik, okuduğumuz şiirleri alâka ile din. ledi. Burada da beğenildik. Arnold kulis arasında şefkatle sırtımızı okşadı. Ve bizi kapıya doğru itelemeğe başladı. Güneş batmak üzere idi. Bahçeyi çeviren kerpiç duva- rın üst kısmı, yeni koparılmış bir havuç gibi pırıldıyordu. Şiir okuduğumuz müddetçe bahçede dolaşmakta olan kulüp şefi, şimdi birdenbire yok olmuştu. Biz yirmi dakika onu bekledikten sonra genç kızların meraklı bakışları ve © bir valsin, ağlatacak kadar hazin nağmeleri arasında kapı- © ya yollandık. | Artık bugün için her şey bitmişti. — Yoldaşlar, nereye gidiyorsunuz, canım? Bir dakika bekleyin!... , Artık gaipten sesler duymağa başlamış olmamız da mümr- kündü. Fakat hayır. Klüp şefi, ellerini sallıyarak arkamız- dan koşuyordu: — Bu akşamki şiir okuyuşunuza karşılık... Size... Fakat Allah aşkına beni affediniz... Evet bu akşamkı okuyuşunuza karşılık ikişer funt ekmeğe, bir buçuk funt şeker, ellişer gram tütüne hak kazandınız!.. Fakat rica ederim bana gücenmeyiniz!.. Benimle beraber anbara kadar gelmeniz icabedecek.. Anbar, pek de uzak bir yerde değildir. Biz, beyaz gömlekli, tahta ayakkaplı, garip tabiatlı bu