kuman- sigara- o bize dan ge- sandı- yaşladık. çesinde, eylâk a- ve çok ım gözü- r tek si- ebilirdi. tâ yavas Edebiyat ve Sanat 85 Fakat buna rağmen biz kendimizi hiç de dilenci vazi- yetinde hissetmiyorduk. “Dilencilik,, mefhumunda biraz da küçüklük ve ümit- sizlik vardır. Halbuki bu halin bizim sıhhatimizle, gençli- gimizle ve sosyal vaziyetimizle hiç de telifi kabil değildi. Biz sendika âzası idik; inkılâbın şair ve propagandacıları idik... Bizim söz söylemediğimiz, şiir okumadığımız toplan- tılar pek seyrekti. Mısralarımız şehrin bütün plâkatlarında, afişlerinde yazılı idi. . Yaşadığımız anlar, bir daha geri gelmez harikulâde anlardı. Biz bugün bir çoklarına tehlikeli görünebilen bir mev- kii iftiharla, sevinçle işgal ediyorduk. Küçük siyah bir çerçeve içindeki Blok'un resmi, radyo - telgraf merkezinin vitrininde işitiliyordu. Şairin beyaz ya- kalığı iki gün içinde sararmıştı. Zamanın kuru tozu, güzel kıvırcık saçlı bu uzun, bu yorgun yüzü örtüyordu; hararet- ten şişmiş gibi duran kalın dudakları, âdetâ bir şeyler içmek istiyor gibi idiler.. Bu, rahat döşeğinde vukua gelen ilk ölümdü. Galiba da bunun için bize bu kadar dehşetli görünmüştü. Blok'la be- raber, gençliğimizin bir parçası da bizden gidiyor demekti. Âdetâ hayatta bir boşluk peyda olmuştu. Yıldızdan mahrum bu boşluklar ancak fezada olabilirdi. Geceleyin, gök yüzünün bir kısmı açık penceremizden görünüyordu. Duyduğumuz zâfiyetten ötürü bir türlü uyu- yamıyorduk. Terden ıslanmış bir halde, çıplak olarak kar- yolalarımızın ot minderlerinde yatıyorduk. Karyolalarımı- zın somyaları gıcırdıyor, sıcaktan kuruyan boş gardrop, za- man zaman çatlıyordu. Gürültülü adımlarla mahmuzlarını şıkırdatarak koridordan bir süvarinin geçtiğini duyduk. Sa- baha kadar , aç cırcır böceklerinin ötüşlerini dinledik. Sabah oldu. Hava, gün ortası kadar sıcaktı. Civardaki kilise, irili ufaklı bütün çanlarile faaliyete geçti. Artık bü bayram günlerinden gık demiştik. Gidecek hiçbir yerimiz olmadığı gibi, esasen gitmeğe sebep de yoktu. Gözlerimizi