e Ri 118 Her Ay karşı, harp, keman, armonik çalan zavallılar, soğuktan tt- riyerek beyhude yere repertuvarlarının en müessir parçala- rını çalıyorlardı. Sokak şarkıcıları kısık bir sesle nafile yere zafer ve vatan şarkıları söylemekte, bu meyanda dos- tum da, ahbaplara mahsus dediği şarkısını beyhude yere çal. makta idi. Lâpa lâpa yağan karlar hürmet ve tevazu ile açılan başlar üzerine bol bol yağdığı halde, açık tutulan şap- kalara para düştüğü nadiren görülmekte idi. Dostuma zaman, zaman rastlamakta devam ediyordum. Her vakitki gibi biribirimize iltifat, ediyorduk. Son defa gördüğümde geniş eski bir kaputa sarılmıştı. Dikkat ettim: Soğuklar arttıkça havalarını hattâ meşhur Mi- serere'ni de çarçabuk çalıp bitirmeğe bakıyordu. Maymun da giyinikti. Sışka vücudü, İngilizlerin giydiği uzun bir ulster ile örtülü idi. Buna rağmen dehşetli üşüyor ve ara sira her türlü merasim kaydini unutarak lâternanın üzerinden kayıp ihtiyarın kaputunun altına iltica ediyordu. Onlar dışarda soğuktan titrerlerken ben çok defa sıcak ve konforlu odamda onları tamamen unutmuş bir halde imtihan hazırlıklarına dalardım. Bir gün bir arkadaşıma vekâlet etmek üzere evi: mi bırakarak hastaneye gitmiş ve orada hiç bir yere çıkma: mak üzere haftalarca kalmıştım. Pek iyi hatırlıyorum: Ona tekrar rastladığım gün yılbağ şı idi. Notrdam kilisesinin meydanına geldim; âyin bitmek üzere idi. Halk ta yavaş yavaş kiliseden çıkıyordu. Bermuğ tat bir dilenci kafilesi, kilisenin kapısında ahzı mevki etmişi müminlerin merhametini avlıyordu. Zalim kış sayılarını ariğ tırmıştı. Yoksulluklarını avaz avaz ilân eden bu kör, topağ profesyonel dilencilerin arkasında, sefaletin hakiki kuğ banlarını teşkil eden, boynu bükük sakit bir sıra daha vardi Bunlar, karlar altında gündelik ekmeği gömülen ve soğuğul tesiriyle izzeti nefisleri kırılan biçarelerdi. Biraz ötede başl nı eğmiş, şapkasını açmış bir ihtiyar duruyordu. Mahut esli mantosuna bürünmüş olan dostumu hayret ve teessürle tani mıştım. Lâternası ve maymunu yanında değildi.