Edebiyat ve Sanat bütün bunlarda, her şeyin tiyatroda olduğu gibi oyundan iba- ret olduğu şuuru hâkimdir; “son derece ciddiyetle yürütülen ve seyirciden yalnız hazır bulunmasını değil, ayni zamanda sükün içinde bütün hararetiyle elbirliği etmesini icap ettiren bir oyun. Aktörde de vukua gelen ayni şeydir. Seyirciyi u- nuttuğu iddiası bir masaldır. Heyecanının en yüksek zirvesi- ne ulaştığı anda, bin seyircinin nefeslerini tutmuş bir vazi- yette, gergin ve ürperişle kendisini takip ettikleri kanaati, onda en mahrem varlığının son sedlerini de yıkar. Tiyatro ve nasyonu bizde en erken çağımızda başlar. Kısa bir hayata malik olan insan, kendisine okadar yakın ve bununla beraber o kadar inanılmıyacak kadar uzak, benzer- lerinin sıkı kalabalığı içinde, fantezisine uyarak, bir Şekil den diğerine atılmak için dayanılmaz bir arzu duyar. Doğuş- ta mevcut oldukları halde hayatın telkih etmemiş olduğu is- tidatlar, o zaman, siyah kanatlarını açar ve onu uzaklara, çok uzaklara, tanımadığı dünyalara, kendisine tamamiyle yabancı maceralara sürükler. Ve orada değişmenin bütün hazlarını, ihtirasın bütün mestisini, hayalin bütün o ele geç- mez hayatını yaşar. Biz eğer hakikaten Tanrının modelinden yapılmışsak, kendimizde onun yaratıcı hararetinden bir şeyler bulunmak . lâzımdır. Ve işte belki bundandır ki sanatte, hayatı, bütün elemanlariyle yeniden yaratırız, ve daha ilk gününden, ese- rimizi taçlandırmakla işe başlıyarak, insanı kendi modelimi- Ze göre yuğururuz. Ben tiyatronun ölmezliğine inanıyorum. Gençliklerini gizli bir şekilde kendilerinde muhafaza etmiş ve bunu her- kesten gizliyerek onunla ölünceye kadar oynamak için insan- lardan ayrılmış olanlar için tiyatro en iyi melcedir. Fakat ayni zamanda, dramatik sanat, bizi hayatın riya- larından kurtarır, çünkü aktörün vazifesi, taklit yapmak değil, kendini ortaya koymaktır. Biz bugün, Okyanuslar ötesinden işitebiliyor, görüyor ve uçuyoruz. Fakat kendi- mizden ve benzerlerimizden yıldızlar kadar uzaktayız. Ak- yi