116 Her Ay lar, paçavralara bürünmüş bir alay çoluk çocuktan ibaret olan mütevazi dinleyicileri arasına ben de karışırdım. Onunla karanlık bir.sonbahar gününde tanışmıştık. Çıp- lak ağaçların beyhude bir gayretle süslenmek istediği küçük bir meydanda, bir sıranın üzerinde oturuyordum. Yakın S0- kaklardan birinde, Travyatanın son perdesinin havalarını çalan lâterna, gamlı düşüncelerimin hüznünü arttırıyordu. Müzik durunca, uykudan uyanır gibi birdenbire doğruldum. İhtiyar adam, bütün repertuvarını bitirmişti. Dinleyicilerine ümitsiz bir nazar atfettikten sonra derin bir tevekkül ile may- mununu pelerininin altına sıkıştırarak gitmeğe hazırlanı- yordu. Lâternadan ötedenberi hoşlandığım, sonra kulaklarım da, müziğin iyisile kötüsünü ayırt edecek derecede hassas olduğu için hem ihtiyara teşekkür, hem de - Kolları yorulmadıysa - biraz daha çalmasını rica etmek üzere ayağa kalktım. Söylediğim sitayışkâr sözlerden zerre kadar şımar- madığını, inanmamış bir çehre ile yüzüme bakmasından an- | lamıştım. Mütereddit bir sıkılganlıkla - eğer istersem - bana | hususi bir kaç parça çalabileceğini söyledi. Parçaların inti- | habını kendisine bıraktım. Bunun üzerine, orgun altında elile / yaptığı esrarengiz bir kaç hareketten sonra lâternanın kolu- nu ağır ağır çevirmeğe başladı ve dost bir bakışla (Guesto | &peregli amici—bu yalnız dostlar içindir) dedi. Bu, evvelce kendi tarafından çalındığını işitmediğim fakat çok iyi bildi- gim eski ve tatlı bir melodi idi. Napoli şarkılarının belki en güzellerinden biri olan bu melodinin güftesini hafızamda a-| ramağa başladım: Finestra che luciva e mo non luce Çalarken yüzüme pek mahcup bir alâka ile bakıyordu. $ Şarkıyı bitirince ak saçlı başını açtı ve iğildi. Selâmını iade ettim ve böylece dost olduk. ğ