Sun'ul Sanat'ın salamurası karşısında (Ankara Resim Sergisi münasebetile ) Burhan Asaf. Halkevi'nde açıları resim sergisini göziyoruz. Birkaç tabla bir yana, teknik dahi göz doyurmuyor. Buna göz yummamız lâzım, çünkü Aka. demimizin hoça kadrosu zaiftir, galerimiz yoktuc, görenek ile tesirin münhanisi, bir türlü başını doğrultamamıştır. Devlet bu işi iyice ele »- İirsa, iyi hocalar getirtilebilir, kend: hocalarımız daha ciddi çalısmaya sevkedilebilir, galeri meslelesi da hiç olmazsa zengrin bir kopye kollak- siyonu ile halledilir. Resinaciliğimizin hastalıkları bunlar değild'r. Bak- sanıza edebiyatımıza, seviyesizlik orada da başta gelen vasıftır. Hal- buki muharrirlerimiz'n istedikleri kadar kültür balı toplamalarına, iz tedikleri kitapları ana eserleri aokumalarına hiç te engel voktur. Evet, bütün san'at mensuplarımızı dedirgen yapan bir küvvelli sebop vardır ki, buna karşı botuşmak hemen hiç birisinin elinde değildir. Evet, san'at eserini tutlmayan böz memlekette, san'atkâr, kutusunda çürüyen bir etten ibarettir. Gezemez ki görsün, göremez ki mtiba alsın ve inliba versin, Bütün sermayesi zekâsından #arettir. Onu zaorlar, ona inlibular uydurtur, eskilerin kariha yenile-in fantezi dediğzi kelebek kanadı kadar nazik ve uçarı vasıtayi, yukarıdan aşağıya kadar uydurma olduğu için kayaması mevzua bir öküz gibi kozar ve bir iki yıl içinde, onu çatlatır. San'atkâr bizde, bütün bir hayat denizinin ortasındaki sabit duba gibi dir. Her şeyi memleket ölçüsünde gözraek istadiğimiz bu devirde, otur” duğu şehrin uzak semtlerine bile taşınamayan sefil adam, imkânların züğürdü adam, böyle bir ölçüye nasıl el uzatabilsin? İşte bunu bildiğimiz için, Tüzk san'atkarını, kondi kendisi yüzlinden suçlu olmaktan tenzih cderiz. Onun da soysuzlaymış Anudolu davarın- dan farksız bir şey olduğunu bildiğimiz halde, suçu önde değil, onun başka türlü olmasına mani olarm cemivot sartlarımızda buluruz. İçimizde kat'i bir emniyet vardır ki, o sartlar değisecek olsa, Tück san'atkârı da gelişecek ve dağerleşecekti-, Şimdi yine, resim şergi'rnize dönelim. Kadıköy'lüler Kurbağulıdecre'yi iyi bilirler. Kıyılarından birinc, salas- tan bir sira meyhane kondurulmuşlur. Bu meyhanelerin ikbal yani pros perity devirleri, Hamdi'nin Kazinosu günlerine raslar. O zaman bile, bu n?nş * palaslardan, (burada döcoupage itekniğinden istifade etmek ©a iypidir) Falih Rıfki'nın Roman'ındaki dümtek esteliği bırtlardı. Kurbağalı'nın iki yanındaki evlerde, yaz günleri cibinliksâz yatılmaz. Akmayan su, adı üÜstünde, bolki de dünryanın en ehemmiyetli kurbağa deposudur. Batağa saplanmamak için ortadan giden şandalların sefası ise, en adi nevinden bir iki zampara cakaşına ya yeler ya yotmez. Helr gündüzleri, leşini güç sürüyebilen bu su akıntısının, üstelik ağır bir ko kusu da vardır. 46