itirafıdır. Bizim nestimiz, fikirleri ve hisleri, başkalarının yaz- dığı kitaplarda hap hazır bulmadı. Kendi dişi tırnağile çetin ha- yat hâdiselerinin kara bağrından söküp çıkardı. Onların ağırlı- gını kendi kanının ağırlığiyle tarttı. Onların nüfuz ve tesirini kendi etinde tecrübe etti. Onun içindir ki, bir zumanlar, voluna can verdiğim «Sanat şah- sf ve muhteremdir » vecizesi bana, simdi, hiç bir mana ifade et- miyen cümlelerden biri gibi geliyor. Zira, hayat, omu tekzip et- miştir. Sanat, ne vakit ferdi ve müstatil bir şey oldu? Belde'nin ve Belde ilâhlarının muti hizmetkârı olan Fidias devrinde mi? Yoksa, bütün yarattıkları cihan, küçcük ve müna- fik prenslerin, maddeden başka bir geye inanmayan Papa 'ların iradelerine göre ısmarlanmıs olan Roönesans'ın o dâhi ırgatla- rı, o dahi ustabasıları arasında miı? Fertlerin sahı, Shakespeare'i İngiliz tarihinin Elisabeth devrinder kim ayımrabilir? On doku- zuncu asrın fez ve anlifez'lerini bir üslüp haline sokmuş olan Hugo'yu 1820-1880 Fransasından başka nereye oturtabiliriz? Göthe, teşekkül halinde bir dünyayı andıran Göthe, Fransız in- kılâbının çiğneyip durduğu Germanya kahos'undan başka ne- reden zuhur eca:bilirdi? Bu büyük insan, eserlerinin bir kösesinde söyle der: «Tunçtan kanımlar, ulu ve ebedi, <cümlemize emreder, teleğin çemberini devretmeyi.» Başka bir yetde şu hükümlerine rastgeliriz: aHer yerde yaşrma yalları, ebedi kanunlara göre sekilden şek- le girer; «Hayatın dış vüzü, bu yaşama şelillerile bastan başa deçişir; «İlâhi ve ezeli nizamın hükmü bütün mahlüklara sümilüir, «Ve bunlar, daima, dıştan zgelen tesirlerin altında türlü inkı- lâplar gecirirler.»