Sanatini inkılâbın emrine vakfeden San'atkâr, ancak böyle bir eser yaratabilirdi. Şımarık, âvâre ve köksüz türk münevverinin suratına ancak böyle bir sille açkedebilirdi: Yaban! Yaban'ı yazan adam, türk köyünü ve türk köylüsünü ne candan seviyor: «Yazıklar olsun, seni sevmesini Gilmiyenlere, ey gamlı ülke!» Bu sevgi ne derin!. Bu sevgi ne içli! Ne özlü bir sevgi bu! Sevmiyen anlıyamaz: Yakup, bizi içine cektiği cehennemde, muhakkak ki, ilk önce kendisi yandı... Ve işte kafatasının potası icinde akot (*)| ha- line gelen beyninden, böyle bu kadar yakıcı bir eser döküldü. Yaban, Türk inkılâbının döğüşmek ve mutlaka yenmek mecburi- yetinde olduğu bütün meonfi unsurları içinde taşır. Yaban, inkılâbın hedeflerine dağru uzanmış plâstik bir işaret parmağıdır: İşte, bir tabiat ve insan münasebeti ki, «Nuhtan €- velki» şeklini muheafaza ediyor. Burada, insan, despot tabiatın bayunduruğuna vurulmuş bir iş hayvanıdır. Kim demiş, türk köylüsüne tenbel ve miskin diye? Türk köylüsünün, tabiatle çarpısmasında sarfettiği, daha doğru- su israf ettiği emek ve güç, herhangi ileri bir memleketin köy- lülerinkinden kat kat üstündür. Fakat bu devce boğusmadan el- de edilen verim, v kadar büçür, v kadar kısırdır ki, en iptidai bir insan cemiyetinin en basit ihtiyaclarını bile gideremiyor, — İste köylülük hayatımızdaki durgunluğun, yüzyıllarca — yerindesay- manın sırrı buradadır. Bu düğümü çözmek gerek. Bu düğüm çözülmezse eger, türk köyünün statik karakteri, türk cemiyetine damgasını vurup gidecektir. İleriye doğru yapmak iştediğimiz hamlelerde, eteğimizin daima, bu düğüme sım sıkı bağlı bulunduğunu göreceğiz. Bu düğümü çözmek gerek.. Türk köyündeki insanı, tabiatla döğüşmesinde iki kolu, kara sa- panı, lagar öküzü, bozuk tohumu ve üvundiresile yüzüstü ve ya- payalnız bırakamayız artık.. () Narı beyza, 48