l:_iq-ııi)'i.f ” Samimiyete davet. SA İN Z SD Yakup Kadri. Geçdulerde. bir .gün, Avrupa'da musiki tahsil etmiş bir gencin bize verdiği koönseri dinlerken, kalamda Türk edebiyatına ait bir muammanın düğümü çözüldü. Sahnede gördüğüm genç ke- mancı lıpkı bir Viyanalı artist gibi giyinmişli. Kemanı tutuşun- da, yayı çekişinde, notayı alıp verişinde her hangi bir Avrupalı areher'den farkı yoktu. Çaldığı parça da Mozart'tan bir son- alti ve musikiden anlıyanlara göre bu güç parçcayı hiç aksama- dan çalıyormuş. Şu halde Garbm musiki âlemine, bizim de siz- deki gibi saz ve muzika ustalarımız var; diyehilmemiz için ne eksikti? İçimden bir ses cevap verdi: Âletle musiki arasındaki insan! Bazı hakikatler, bize, böyle birden bire ayan olurlar. « Gerçek, dedim; bu sahnede görüğüm delikanlının nesi kendisinden? Kemanı mı? Yayı mi7 Önünde duran notası mı? Giydiği esvap mı7» Tabii bunların hiç biri onun değildi. Ya bütün bu iğreti şeyler arasında o ne idi? Elinde tuttuğu keman gibi bir cansız âlet! &8 İşte, bizim de, -yani Garp kültürüne tâbi edebiyatçıların da. bu memleketteki yarım asırlık rolü bundan başka bir şey deşğildir. Türk romancısı raman tekniğine bir Avrupalı müellif kadar aşı- nadır. Şairlerimiz, Hâmid'in «Eşper» le « Tezersinden beri man- zum bir trajedia'nın nasıl yazıldığını her hangi bir Fransız veya Alman şairi kadar bilir. Hele Edebiyatı Cedide şairleri Avrupalı muasırlarının tayur ve edasiniı o kadar iyi, o kadar tamam ola- rak almışlardı ki, bazı yazdıkları, Samain'den veya Fernan? Greak'teri birer terceme zannedilirdi. 8 Musikide olduğu kadar edebiyatta da virtiozluk. Lâkin, nice virtiozlar vardır ki, ruhları parmaklarının ucundan sızar, ve kendi kanlarını bestekârın kanına karıştırıp bize iki in- san, iki deha kudretinde bir eser meydana getirir. Öyle ki, calan- 29