bir teşkilât ve teşkilâtına görc eleman yetistirme mesclolerini pek âlâü halletmişti. Gerçi bu devrin en parlak günlerinde bile, devlet bir gölge-devlet, devlet otoritesi de bir gölge-otorite idi. Fakat, bu gölge-devlet ile gölge-otoriteyi memleketin her tarâ- fında temsil hakkı ancak en yüksek idare memuruna verilmisti. Bir tanzimat-sonu hareketi olan Meşrutiyet, memlekeli bu halde 'buldu. Bir tarafta devlet otoritesi ve bir tarafta merkezi umumi otorilesi diye bir ikilik hasıl olunca, az sonra, bunlardan birini di- gerinin üslüne geçirmek mecburiyetini hissetli. Otarite, bir cok yerlerde kâtibi mes'ullerin eline geçti. Ancak sayılı ve gözde ittihatçı olan idare memurları idi ki, otoritelerin her ikisini de şahıslarında cemeylemekle rejimin dahili siyasetini (bir hayli serbest tefsir hakkı ile de olsa) az çok vahdetle tatbik edebili- yorlardı. Meselâ, öyle valiler vardı ki, bunlardan bazıları sarih bir emir telâkki etmeksizin dahi mühim icranta geçebiliyorlar, ibazıları da, kendilerinde emir hilâfına hareket etmek salâhi- yetini görüyorlardı. Bazı yerlerda de, kıymetli bir idare memuru- nun kâtibi mes'ul şerrine karşı az çok himaye edildiği görülüyor- du. Yani, siyasi otorite, inkısam ile vahdet formülleri arasında, şahıslara göre türlü şekiller almış ve türlü tezebzüplere sebep olmuştu. Fakat: İdare kadrosu ile Politika kadrosunu gerek ga- yeler, gerek teşkilâtlar, gerek ise eleman yeliştirme bakımından birleştirmek Meşrutiyet rejiminin aklına gelmemişti. Eğcer gel miş olsa idi, Mülkiye mektebini politikalaştıracaktı. Bunu yapacağyına, büyük idare memurluklarını merkezi umumi- ye ve komitacılıkları mücerrep zevata tevdi etti. Fırkanın belli başlı iktisadi ve içtimat bir programı olmadığı için, dava fırka- nın nüfuzunu hâkim kılmaktan ibaret kaldı. Bu da emniyelt al- tınma alındıktan sonra, artık bir İzmir valisi Rahmi Bey, meselâ vagon ticaretine başlıyabilirdi. Tanizmatın Mülkiyesi ise, bir ta- kım idareciler yetiştirmekte devam edebilirdi. Doğrusu, Mesru- tiyet devrinin iktidar fırkası, ne modern bir devlet teşkilatına ne de «fırkap denilen sşeyin demokratik ve yahut inkılâbi mana ve rolüne yukuf peyda edemeden, mütareke ile burunburuna geldi. Bu suretle, hem, Tanzimatın bile kendine göre bir kadroyu «Mül- kiyei Sahane» ile yapmağa çalıştığını hem de Meşrutiyetin bu hususta daha anlayışsız hareket ettiğini işaret etmiş olduk. Bİ