ğuyum, Fakat, ayni zamanda, bir on dokuzuncu asır romantiği kadar lirikim. İzvestia gazetesinin danslı ve çalgılı bir supesinde bir genç mu- harrir, halisşüddem bir Parisli delikanlıya yakışan bir tavurla: — Bu gece, hep dans etmek istiyorum. Hep dans etmek... diye süyleniyordu. Ve ayni masada bulunan genç kadınlar kendilerini dansa da“- vet edeceğimiz dakikayı gözlerimizden kesfe çalışıyorlardı. Bir tanesi, arkadaşlarımızdan birini âdeta zorla kaldırdı, diyebili- rim. — Bizim erkekler hiç dans etmiyorlar. Halbuki ben dans için çıldırırım.» Ve bunları söylerken, bir Parisli kızın gözleri kadar rimelli kir piklerini pudralı yanaklarının üstüne hüzünle imdiriyordu. Resmi bir ziyafelle, resmi şahsiyetlerden birinin hanimi ile yan- yanayız. Genç kadın gülüyor, söylüyur, içiyor, Tıpkı Tolstoi'nın Anna Karanin'indeki salon kadınlarından biri gibi. Çetrefil ve tatlı şivesile bana diyor ki: — Fransızca konuşmağa bayılırım. Ne yazık ki burada, arlık, hiç kimse Fransızca konuşmuyor. Eskiden...» Eskiden dediği zamanda bu kadın -yirmi yaşında var mı yok mu? bilemem- henüz bir çocuktu. Bütün hususiyeti, bütün sinir- leri, zevki ve kültürü ile inkılâp Rusya'sının malı olması lâzım- gelirkun, mazinin her hangi bir ehemmiyetsiz âdetine bu haz- reti nereden duyuyordu? Bana doğru eğildi: — Son zamanlarda hiç Paris'e gittiğiniz oldu mu? Anlalın ba- na; orada ncler gördünüz... — Yeni bir dans çıktı. Adına Rumba diyorlar... — İşittim. Fakat, hiç görmedim. Lâkin bütün bunlar, koca Rusya'da daima 40 dereccci hararelte tutulan inkılâp havası içinde birer hurde teferrüat, birer anor- mal arızadır. Öyle ki, ben bile, disiplinsiz gençler, hava ve he- vesinc düşkün insanlar, dans meraklısı, rimelli, rujlu kadınlar ve Paris havadisleri içinde kendilerini unutmuşlar diyarından henüz gelmiş olmakla beraber bu tarz gençleri, bu tarz hanım- ları ve bu tarz Ronuşmaları yadırgayorum, Hele, şu bizim Bey- £I