Aynı tip insanlar Bu ucun boylu, kıvırcık saçlı adam haftanın basındaki gün öğleden sonra Başbakanlığın mermer mer- divenlerini tırmanırken görüldü. O gün o merdivenleri tırmanan tek a- dam o değildi. Kabine toplantısı var- dı ve Bakanlar kırmızı plakalı araba- larıyla teker teker geliyorlardı. Bu yeni simaları seyredenler Ba- kanlarda müşterek bazı taraflar, va- sıflar Bezmekte gecikmediler. Hepsi dürüstlükleriyle tanınmışlardı ve on yılık D.P. iktidarı sırasında namus- larım da, vekarlarını da, haysiyet lerini de pek ala muhafaza etmişler- di. Elbette ki “zorladılar daV.C. ye caklardı", niyet etmişlerdi, o den kabul ettim" feryatlarının yük- seldiği (bugünlerde yeni Bakanlar hakiki vaziyetin hiç de böyle olma- dığım ispat eden şahıslar arasından seçilmişlerdi. Nitekim haftanın ba- sındaki gün kabine toplantısında bu Bakanlar Yüksek Soruşturma Kuru- luna tıpkı kendileri gibi adamlar ta- yin ettiler. Doğrusu istenilirse bir bakıma “devşirilerek" bir araya getirilmiş kabinenin üyelerinin şahsiyetleri da- hi idareyi ellerinde tutan askerlerin meharetlerinin de, kültürlerinin de, aklı selimlerinin de delilini teşkil etti. Bir Amil Artüsü, Bir Şefik İnanı, bir Ekrem Alicanı, bir Daniş Koperi, bir Nüzhet Karasuyu, bir Muhtar Uluatayı, bir Cahit Talası kendi köşe - lerinde keşfetmek ve sonra hepsini bir araya getirip çalışmalarını sağ- lamak.. Haftanın başındaki gün başkent- te, Başbakanlığın önünde yeni Ba- kanları sevgi dolu gözlerle seyreden bir gazeteci "İşte, askeri plân dedi- ğin de budur" diye mırıldanmaktan kendisini alamadı. “Adalar sahilinde bekliyorum" Ankarada bu hafta bütün bunlar cereyan ederken İstanbulun bir kaç mil açığındaki meşhur Yassıa- dada bambaşka bir hayat devam edi- yordu. Eski devrin mesulleri ve on- ların yardakçılarından bir kısmı ge- ce ışıkları artık hür insanların yaşa- dıkları diğer adalardan ve karşı sa- hillerden görünen Yassıadada top- lanmışlardı. Hakikaten geçen hafta- nın sonunda Koraltan ve Zorlu ile D.P. iktidarının son partisi de ha- yırlısıyla Etimesgut tan uçaklara bindirildikten sonra Harbiyeliler ve bilhassa Okulun son derece nazik komutam Müçteba Özden ile Kur- may Başkanı Teyfik Ercan rahat bir AKİS, 23 HAZİRAN 1960 nefes aldılar. Doğrusu istenilirse O- kulun bütün düzeni altüst olmuştu ve genç talebeler birer sinir küpü ke- silmişlerdi. Sılaya gitme zamanı geldiği halde hiç biri yârinden ayrıl- mak istemiyor, sabıkları beklemeyi her şeye tercih ediyordu. Bir tek ça- re vardı: Sabıkları Ankaradan uzak- laştırmak! İki hafta boyunca, işte bu yapıldı. Sabıklar Ankaradaki son günle- rinde rahata alışmışlardı, Öğretmen- ler gazinosunda yan gelip oturuyor- lar, içinde yaşadıkları yerin bir as- keri okul olduğunu dahi unutuyor- lardı. Hele Zorlunun öylesine laubali bir hali vardı ki.. Bu yüzdendir ki Yassıadaya sevklerine tekaddüm e- den günlerin birinde (Albay Özden YURTTA OLUP BİTENLER ettiğim makama saygı duymakla mükellefsiniz. Eğer burada size efen- di muamelesi ediyorsak bu, bizim e- fendiligimiz yüzündendir. Harb O- kulunda Komutan bir yere girdi mi, ayağa kalkılır. Kalkın ayağa!" Sa- bıklar, yüzleri sapsarı ayağa fırladı- lar ve dimdik durdular. Albay Müçte- ba Özden ancak ondan sonra "davet- siz misafirler"iyle konuştu, ihtiyaç- larını sordu. Fakat konuşacak hal- leri mi kalmıştı? Mamafih, Yassıa- daya gidinceye kadar sabıklar aldık- ları dersi unutmadılar ve Komutanın her ziyaretinde bu en basit nezaket kaidesini, ayağa kalkma vazifesini yerine getirdiler. Mamafih, (Yassıadada disiplin daha gevşek tutulmadı. Gerçi adada- 7'E ee Tm ye ea © H. Polatkan H. Şaman Aşıkdaşlar nihayet mevkuf vaziyette olan sa- bıklara unutamayacakları bir ders, verdi. Okul komutanı her, gün yaptı- ğı gibi o sabah da mevkufları ziya- ret etmiş, ihtiyaçlarını ve hatırları- nı sormuştu. Okulda adetti, Komu- tan bir yere girdi mi ayağa kalkılır- dı. Fakat sabıklar hiç aldırmamış- lar, arkalarını dönüp oturmuşlardı. Hatta öylesine küstah bir eda takın- mışlardı ki o son derece nazik ve ki- bar Albay Özdenin bile tepesi atmış- tı. Okul Komutanı ertesi sabah gazi- noya tekrar gitti. Yapacağım aklına koymuştu. Tabii sabıklar gene aldır- madılar. Albay Özden sert bir sesle "Bana bakın" dedi, "Ben bu Okulun Komutanıyım. Bana değil ama, işgal ki hayat, aynı zevatın gazeteciyle, subayla, talebeyle doldurttuğu hapis- hanelerdeki hayatın yanında cennet . hayatından farksızdı.. Ama sabıkla- rın bir muhit değiştirmiş oldukları da kendilerine hissettirildi. Mesela aileleriyle mektup yoluyla temas edi- yorlardı. Aileler mektupları Kasım- paşadaki deniz üssüne teslim ediyor- lar, üsten bunlar Adaya sevkedili- yordu. Cevaplar da aynı yoldan ai- lelere ulaştırılıyordu. Muhabere özel bir askeri motörle temin ediliyordu. Mektupla beraber çamaşır veya şah- si eşyalar da kabul olunuyordu. Ge- çen haftanın içinde bir gün bir mek- tup reddedildi. Sebebi eski harflerle yazılmış olmasıydı. Mektuplar kon- 13