görünebilir. Çünkü bu kanunla «Arazii miriyenin rakabesi cani- bi beytülmale ait olarak ihale ve tefvizi tarafı devleti aliyeden icra olunagelen tarla, çayır, yayla, kışlak ve korular ve emsali yerlerdir ki, mukaddema ferağ ve mahlülât vukuunda sahibi arz itibar olunan timar ve zaamet eshabının ve bir aralık mültezim ve muhassillerin izin ve tefvizile tasarruf olunurken muahharan bunların ilgası hasehile halen tarafı devleti aliyeden bu hususa memur olan zatın izin ve tefyizile tasarruf olunup mutasarrıfları yedlerine balâsı tuğralı tapu senetleri» (arazi kanunu, madde - 3.) verildi. Bu kanunla arazinin idaresi derebeylerinin, voyyo- daların, âyanların, mültezimlerin, muhaessillerin ellerinden alı- narak Devlete veriliyor. Şüphesiz bu bir reformdu. Şahısların toprak üzerindeki keyfi hareketleri refediliyor ve Devlet, top- rakların ihale ve tefvizi islerini üzerine alıyor. Fakat bu kanun bir veform agrer, yani toprakları büyük arazi sahiplerinin elinden alarak köylüye tevzi eden bir idari müdahalenin teyidi değildi. Bu kanun da evvelki islâhat gibi yalnız zahiri eşkâle temas et- miş, laprak üzerindeki derebeylik mülkiyetini tasfiye etmemişti. Kanunun yaptığı en büyük iş, muhtelif tarihi şartlar altında te- essüs etmiş arazi mülkiyetini tesbit ve temin etmekten ibaret kal- mıştı, Gelecek ve son yazımızda bünyeye taallük etmiyen bu harici iş- tihaleler neticesinde derebeylik rejiminin nasıl bir şekil aldığı- nı ve bu günkü toprak münasebatında eski derebeylikten hangi unsurların kalktığım arıyalım.