larından bir Deniz binbaşısının sözle- ri, uçağa giden grubu kırdı geçirdi. Genç binbaşı gazetecilerden birinin kulağına eğilmiş, biraz yüksek ses- le: “-Demin iki dişi martı geçiyor- vi Münir ağabeyi sordular" demiş- Başka bir şaka, ağır ağır ilerleyen grubun neşesini ziyadesiyle arttırdı. Bir başka uçak o sıralarda alana in- miş, yolcular transit salonuna gel- meğe başlamışlardı. Basın mensupla- rından biri salonun başında durmuş, üç dilden yayın yapıyor ve: — Muhterem bayanlar, Münir Köseoğlu yukarıdadır. Biraz sonra aşağı inecektir. Dikkat nazarınızı çe- keriz" diyordu. Genç Yarbay bunu duydu ve acı acı güldü: - Bana bakın, böyle şakalar ya- pa yapa tanımıza okudunuz. Bırakın da kâri rahat gidelim" dedi. Sözlerini tamamlamak üzereydi ki, transit salonuna girmek üzere o- lan esmer ve son derece güzel bir ba- yana gözü taklidi. Bir müddet güzel hanımı gözleriyle takip ettikten son- ra yoluna devam etti. Genç Yarbayın uçağa binişi pek şaşaalı oldu. Sarı- lanların, öpenlerin, O kucaklıyanların haddi hesabı yoktu. Uçağın merdi- venlerine gelindiğinde (Köseoğlunun gözleri dolu doluydu. Kendisini uğur- layan genç kurmay Binbaşıya sarıl- dı: "— Türk bahriyesini senin şahsın- da selâmlıyorum Emel" dedi. Her iki Denizci de ağlıyordu, Köse- oğlu merdivenleri tırmanırken bir- gözleri parladı, Kazanova yepyeni bir şey görmüştü. Köseoğlu- nu bu derece ilgilendiren, enfes iki İsveçli kızdı. Hosteslerin her ikisi de, doğrusu güzel ve alımlı kızlardı. Mü- nir Köseoğlunu tanıyanlar, bu arada akrabalarından bir hanım söyle dedi: "- Kâfir gene dört ayak üzeri- ne düştü. Baksana kızların güzelliği- ne Genç Yarbayın eniştesi, cevaben: - Gittiğinde neticeyi bize bidi- rir herhalde" dedi. Hakikaten Köseoğlu gider gitmez akrabalarına telgraf çekmiş ve du- rumu bildirmişti. Telgrafta: "Yolcu- luğum çok rahat ve eğlenceli geçti. Burasını çok beğendim. Dostlara ve arkadaşlara selam" diyordu. , Köseoğlunun hemen önünden u- çağa binen Karanın a terinde çekilmiş bir resmini bulan mükafat vaadedilebilirdi. Zira sükutü Binbaşı, uçağın merdiveninin ilk ba- samaklarını ikişer üçer atlamış, So- nuncuları da süratle katederek, ar- kasına bir kere dönmeden kapıda AKİS, 25 KASIM 1960 Orhan Kabibay Yeşilköyde 12. yolcu gözden kaybolmuştu. Bundan sonra Karanı gören olmadı. Oturduğu yer pencere kenarı da değildi. Binbaşı, daha oturur oturmaz, eline bir kitap almış ve kaşlarını çatarak okumağa başlamıştı. Soyuyücenin uçağa binişi, SAS müstahdeminini bir hayli yordu. Yar bay konuşmaktan bıkmıyordu Kendi- sine müs, samaha da ediliyordu, Gelge- lelim Soyuyücenin o söyliyecek öyle mühim bir Yaf yoktu. Ama gene de kalabalığın ortasında hiç değilse eş - on poz resim çektirecek kadar kaldı ve merdivenlerde son selamını vözğieilen vazgeçmedi. uçak, pistin tonuna doğru te- kerleklerini yerden kestiğinde, hava alanının müsdahdemleri yaşlı bir ka- dını ilk yardım için Alanın sıhhiye o- dasına götürüyorlardı. Soyuyücenin yaşlı annesi, oğlunun gidişine daya- namamış, pistin ortasında bayılmıştı. Yaşlı kadın içeri tadı. Kolonyalar ve eterle ayıltıldı. Tehlikeli bir şey yoktu. Sâdece gözyaşlarının önüne geçmek mümkün olmuyordu. İhtiyar anne ağladı da ağladı. Sıkılan adam.. ,AS uçağı üç güzide yolcusuyla Tür- S kiye huduttan dışına çıkarken, başkentin 40 kilometre (uzağındaki bir hava alanında, küçük bir odanın içinde kıvırcık saçlı, vücuduna naza- ran kocaman kafalı, alnı devamlı kırışan bir adam, sinirli sinirli sigara içiyor ve yerinden zaman zaman kal- YURTTA OLUP BİTENLER karak odayı arşınlıyordu. Bu, emek- li yarbaylardan Orhan Kabibaydı. Kabibay hakikaten sıkılıyordu. Gerçi diğer arkadaşlarından bir kaç gün sonra buraya getirilmişti. Odada bu- lunduğu günlerin sayısı ( diğerlerine nazaran daha azdı. Bira İstanbulda kaybolmuş, kendisini Obulmak için bazı yosmaların evleri aranmış, sonra Yarbay Kadıköyde bir akrabasının nezdinde ele geçirilmişti. Ama gen kurmayın oldum olası aceleci tabiatı, beklemeyi bir azap haline getirmiş- ti. Kabibay gitmek ee Ne za- man, hangi gün, saat uçak varsa, ilkiyle zitmek istiyordu. Gün- lerden pazardı. Orhan Kabibayın bu dileğini söylediği saat de bir hayli geç saatti. İlgili binbaşı silâh arkadaşı- nın isteğini yerine getirmek için ge- rekli muameleleri ertesi sabah erken- den ikmale karar verdi ve bunu Ka- bibaya söyledi. Pazartesi sabahı Dışişleri bakan- lığına giden Binbaşı, oldukça büyük güçlüklerle (o karşılaştı. Saat 0 sula- rıydı. Brüksele uçak bir saat sonra kalkacaktı. Başka uçak ta yoktu. Tâ çarşamba gününe | gerekiyordu. Bu kadar kı zarfında muamelelerin Kabibayın alana yetiştirilmesi im- kansızdı. Ama meram edilince her şey oluyordu "Air France" müesse- sesine telefon edildi ve uçağın bir saat geciktirilip geciktirilemiyece- ği soruldu. Dışişleri bakanlığı duru- mu olduğu gibi uçak şirketine anlat- mıştı. Şirket, teklifi mâkul karşıladı ve uçağı biraz geciktirebileceğini söyledi. Bunun üzerine Kabibayın ev- rakı tamamlanıp, pasaportu çıkartıl- dı. Siyah station wagon, başkentin 40 kilometre uzağındaki hava alanı- na giderek Kabibayı alelacele aldı. Yarbay, bavullarını bile hazırlama- mıştı. Ama haber kendisine müjde gi- bi geldi ve ziyadesiyle sevindi. Uçar gibi hazırlanıp Esenboğaya doğru yola koyuldu. İşten zararlı çıkanlar, Basın men- supları olmuştu. Kabibayın gidişi bir. tek gazeteciye haber verilememiş ve gazeteciler müşterilerinden birini ka- çırmışlardı. Gri elbisesine koyu renk kravat bağlamış olan Kabibay alana getiril- diğinde bütün muamelesi (hazırdı. Beklemeden uçağa koşturuldu. İçeri alâyişsiz girdi ve dev uçak Brüksele doğru yola çıktı. e Kabibay, ailesini de beraber götürmeyi (o arzulamıştu Fakat acele yüzünden Bayan Kabi- bay kalmıştı. Buna da çâre bulundu. İki gün sonra kalkacak uçakla Kabi- bayın ailesi gönderilecekti. Yarbay, Romada iki gün kalacak, eşiyle ço- cuklarını bekliyecekti. Oradan bera- berce Brüksele geçilecekti. 17