kere konuştuktan sonra ele alacağıy- dı. Bu randevunun hu hafta içinde temin edilmesi mümkündü. M.B.K. Sevkiyatın sonu u haftanın ortalarında bir gün, ye- i M.B.K. üyelerinden bâzılarını ele “ein gazeteciler Meclis bina- sının halinden dert yandıklarında bol yıldızlı genç" kurmaylar tatlı tatlı gülümsediler. İhtilali hemen takip e- den günlerde gazetecilere ön kapısı açılmış bulunan emektar T.B.M.M. binası yeniden bir kapalı eği gelini almıştı. Basınla M.B.K. nin mase- betleri bir basın temsilcisi tarafından ayarlanıyor, üyeler artık dostları muhabirlerle görüşmüyor, haber ver- miyor, fikirlerini söylemiyorlardı. Fi- kir söyleme işi, Meclisin vaktiyle C. H.P. Grubuna ayrılmış bulunan ve sonradan M.B.K. nin müzakerelerine tahsis edilen salonuna saklanıyordu. Salon, son günlerde, geç vakitlere kadar süren görüşmelere, çalışmala- ra sahne oldu. Ama konular hakkın- da bir açıklama yapılmadı. Teni ku- rulan Basın Bürosu sözü belki gümüş, ama sükütu mutlaka altın biliyor, ser veriyor, sır vermiyordu. Gazete- ciler, ele geçirdikleri Komite üyeleri- ne işte bundan dert yandılar. Vazife yapamıyorlar, haber alamıyorlardı. Açıklık isterlerken büsbütün kapalı- lıkla burun buruna gelmişlerdi. Artık ortalarda nenin döndüğünü dahi, e- ger uydurma merakı yoksa bulup çıkarmak imkansızlaşmıştı. Bol yıldızlı genç kurmaylar gaze- teci ahbaplarını teselli ettiler. Kuru- cu Meclis yakında kurulup çalışma- ya koyulacaktı. Hatta bir sürpriz bile olabilir, belki M.B.K. dahi bâzı ko- nularda açık oturum yapabilirdi. Sab- retmek lazımdı. Zira elde si tas- fiyesi gereken bir iş vardı. 14'le- riri şevki işiydi ve sona m Ar- tık normal günlere tekrar avdet güç olmayacaktı. Hakikaten bu haftanın ortalarında bir sabah Ankara hava alanından uzak, upuzak bir diyara, Meksikaya bir ihtilâlci götüren uçak- la heyecanlı sevkiyat sona erdi. Bir İhtilalci gidiyor garışın adam, kafasını küçük fası- lalarla e etrafında bulunan- lara teker te ağ ayağını biraz daha öne zn ağır ağır sal- lamağa başladı. Gözleri nemlenmişti. Sorulan suale cevap vermedi. Sâdece dudağının kenarını hafifçe oynatıp güler gibi yaptı. Mili Birlik Komitesi üyelerinden oturduğu koltuğun kenarına yerleş- AKİS, 25 KASIM 1960. YURTTA OLUP BİTENTLER Erkanlı Esenboğada dostlarıyla Dost böyle günde belli olur miş, bir gazeteci tarafından kendisi- ne tevcih edilen "Gidişinizden mem- nun musunuz?" sualini işte böyle ce- vaplandırmışta Erkanlı gözle görü- lür, elle tutulur şekilde üzgündü. Ge- ce hiç uyumamıştı. Uyumadığı göz- lerinden açıkça belli oluyordu. Mür- ted Hava Alanındaki bir yatak, iki iskemle ve bir komidinle tefriş edil- miş odasında sabaha kadar oturmuş ve tam, bir paket sigara içmişti. Sa- bah saat 6.30'da meşhur station wa- gon Alana geldi. Nöbetçi subayı, ko- ridorun sağındaki yanyana odaların Üçüncüsünde kalan Erkanlıya vaktin geldiğini ve gidileceğini bildirdi. Er- kanlı yeni aldırdığı ogömleği giydi. Gene yeni aldırdığı şık bordo krava- tum taktı. Kravatı üçgen bağla- mak için aynanın karşısında bir hayli vakit kaybetti. (Kahverengi kumlu elbisesi üzerindeydi. oBa- vulu çoktandır hazırdı. Kalktı ve kendisini almağa gelen bir Deniz bin- başısını takip etti; Station wagon evvelâ Cebeci isti- kametine saptı. Erkanlının ailesi bu- rada kalıyordu. Genç Binbaşı abla- sının evinde yarım saat kadar veda- laştı. Metindi. Ağlamadı. Otomobile sükünetle bindi ve bir sigara yakarak arkasına yaslandı. Saatlerin 7.151 gösterdiği sıralarda siyah otomobil Esenboğa yolunu tutmuştu. Erkanlı Esenboğaya 7.40'da gel- di. O sırada büyük bir "Pan Ameri- can" uçağı kalkmak üzereydi. Siyah oto pistin yanında bir müddet bekle- di ve sonra hafifçe şeref salonunun önüne yaklaştı. Erkanlıyı, iki eski sınıf arkada- şıyla gazetecilerden başka teşyie ge- len olmamıştı. nımı ve çocukları İstanbuldan iltihak edeceklerdi. Er- kanlı ağır ağır şeref salonuna doğru yürüdü. Yanındakilerle hiç konuşmu- ordu. Başı önüne eğik, dudağının u- cunda tuhaf bir tebessüm, konuşma- dan pisti geçti. Sağ elini cebine sok- muştu. Salona sâdece iki arkadaşıy- la girdi ve gazetecilerin gelmemesini istedi. Birinci odaya geçtiler. Genç Binbaşı kendini geniş bir koltuğa at- tı. Arkadaşları da yanına oturdular. Erkanlı sigara paketini çıkardı ve her ikisinin de ev adreslerini kaydet- ti. Sonra havadan sudan konuşmağa başladılar. Kahve falı u sırada bir gazeteci, elinde bir B kahve fincanıyla içeri girdi. Arka- sından salona iki gazeteci daha sü- züldü. Erkanlı gülümsedi. Kahveyi veren AKİS'ciiye göz kırptı ve "Ne var, ne yok?" gibilerden başını sal- ladı. Sonra oturmalarını işaret etti. 13