YURTTA OLUP BİTENLER keşçi filân olmadığını biliyorlardı. Soyuyüce, bilinenleri gazetecilere tekrarladı. Meseleyle yakınen alâka- sı yoktu. Bütün kabahati, "Ülkü Bir- liği" tasarısının memleket için hayır- lı bir teşebbüs olduğuna inanmasıydı. İmzayı bundan dolayı basmıştı. Son- ra da geç kalmış, geri alamamıştı. Bütün bunlardan dolayı değil midir ki kendisini evinde bırakmışlar, kapı- sına sâdece bir memur koyup kendi haline terketmişlerdi. Yarbay bundan sonra, meşhur Topkapı olaylarında yaptıklarını anlattı. Meseleyi evvel- den çakmıştı! Eğer anlamamış olsay- dı büyük gi doğabilirdi. O zaman 66. Tümen Kumandanı olan General Kizilorla İn birlikte tertibat almışlar ve İnönüye yapılacak sui- kastı önlemişlerdi. Ayrıca Istanbul- daki talebe nümayişlerinde de büyük rolü olmuştu. Talebeye dokunulma- masını temin etmiş, nümayişlerin de- vamını sağlamıştı. Güleryüzlü Yar- bay nedense bir noktadan bahsetmi- yordu. İhtilâle nasıl karışmış, Milli Birlik Komitesi üyeleri arasına nasıl girmişti? İşte bunu gazeteciler pek merak ediyorlar, lâfı hep oraya geti- riyorlar, ama Yarbayın ağzından tek kelime alamıyorlardı. Ece, doğrusu bu iş de öyle kolay iş değildi. Karşı- larında bir ihtilâlci vardı ve sır sak- lamasını iyi biliyordu! Soyuyücenin bundan sonraki vak- ti gene çocukları ve eşiyle geçti. Ga- zeteciler hoşsohbet Yarbayı daha faz- la terletmeyi uygun görmediler. Na- sılsa ilerde harp tarihi ihtilâlin yapı- lışını en emin ve müspet vesikalarla açıklıyacak ve herşey oradan öğreni- lecekti. Soyuyücenin rolü de ortaya çıkacaktı. Konuşmayan Binbaşı oyuyücenin sinde, gri, balık sırtı pardesülü bir emekli Binbaşı bulunuyordu. Ça- tık kaşlı, ağzından bir dirhem lâf çık- mıyan Tank Binbaşısının adı Muzaf- fer Karandı. Karan da bidayette ev- de bırakılanlar arasındaydı. Sonra ne hikmetse evinden alınmış ve diğerle- rinin yanında muhafaza edilmeğe baflanımştı. Karanın yanında da eşi ve çocukları bulunuyordu. Binbaşının ağzını bıçak açmıyor dense, yeriydi. Ancak bu hal, anormal bir hal değil- di. Karan esasen az konuşmasıyla şöhret yapmış bir askerdi. Şimdi ise az değil, hiç konuşmuyordu. Binba- şının eşyası azdı. O da yalnız gidi- yordu. Oslo yolcusuydu. Şimale, es- mer bir ihtilâlci daha ihraç ediliyor- du. Eşyalarının arasında bir bavul vardı ki, içi kitaplarla doluydu. Ki- tapların en üstünde "Hürriyet ve Kö- lelik" isimlisi (bulunuyordu. Okun- makta olduğu, sayfalarından birinin 16 odasının iki oda öte-. kıvrık bulunuşundan belliydi. Karanın gümrük muayenesi pek ince elenip, sık dokundu. Hele bir. pa- ket fıstığı vardı ki birkaç kere boşal- tlıp tekrar kese kâğıdına kondu. Sonra üstü de inceden inceye arandı. Diğer eşyaları da ayni muameleye tâbi tutuldu. İlk gidenler bu kadar sıkı muayene edilmemişti. Bu bakım- dan muamele biraz garipsendi. Ama bilinen şuydu ki, emir, Ankara Ku- mandanlığından gelmişti ve buna se- bep Akkoyunlunun o üzerinde çıkan eski yazıyla yazılmış bâzı muhavere- ler, yazışmalardı. Bunların mahiyeti hakkında kati bir bilgi yoktu. Ama kır saçlı Yarbayın üzerinde çıkan ya- zışmalardan bir hayli istifade edilece- ğinden hiç kimse şüphe etmemektey- di. Karan, muayenesi bittikten sonra aşağı indirildi. Aşağıda, arkadaşla- rından ayrı uçakla gidecek olan bir tek Solmazer vardı. Karan ve Sol- mazer birbirlerine sarılıp vedalaştı- lar. Tankçı Binbaşi bu seremonide de konuşmadı. Solmazerin gözleri nem- liydi. Karana gelince o, hissiyatını belli etmiyecek kadar sağlam sinirle- re sahipti. O kadar ki, yanındaki gar- son kılıklı sivil polisler bile Karam ilgilendirmiyor veya onlarla ilgilen- diğini zerre kadar belli etmiyordu. Genç Binbaşı pırıl pırıl traşlı, son de- rece şık ve son derece ciddiydi. Gül- düğünü gören olmadı. Vakit bir hayli ilerlemiş, alan y vaş yavaş dolmağa başlamıştı. Sol Köseoğlu dostlarıyla Elveda!.. mazere, gideceği uçağın hazır olduğu bildirildi. Gümrük Müdürünün oda- sından ağır ağır çıkan Solmazerin kucağında küçük kızı Bânü vardı. Bânüyu birkaç kere öptü. Küçük kı- zı da babasına mukabele etti. Solma- zer, eşiyle öpüştü ve salondan çıkıp uçağa doğru ilerledi. Dişi martılar B' sırada yukarki katta kır saçlı, gri elbiseli, alabildiğine yakışıklı bir emekli Yarbay, eski arkadaşla- rıyla dertleşmekteydi. Eski arkadaş- larının çoğunluğunu, bir zamanların ünlü atletleri teşkil (oediyordu. Kır saçlı Yarbay neşeliydi. e Gülümsüyor ve etrafındakilerle şakalaşıyordu. Bir gazeteciye: "— Bak, şu kadar senedir arkada - şız, Allah devlete millete zeval ver- nun için muhakkak gelip bana yar- dım etmen lâzım" dedi. Arkasından gevrek bir kahkaha atarak devam etti: "— Sonra bir şey daha söyliye- yim. Şunun şurasında gidiyoruz. Se- ni kendime vekil bırakıyorum. Ha- nımları sakın ihmal etme. Boynuz ku- lağı geçer derlermiş, sende istikbal görüyorum, beni utandırma" diye ta- kıldı. Genç ve yakışıklı Yarbay bunları her ne kadar şaka söylüyorduysa da kelimelerin arasında acı bir gerçek saklı gibiydi Kır saçlı, sporcu Yar- bay, işte bunun belâsına mecburi bir yolculuğa çıkmaktaydı. ba ?"nın kurbanı olmuştu. Yarbayın, günlerden birgün Türkeşe, eski iktidar Bakanlarının pek yakını olan bir hanımın evinden telefon e- dişi, gene aynı hanımla meşhur pav- yonlardan birinde yanında Türkeş ol- duğu halde görünmesi, kendisine pek pahalıya mal olmuştu. Esasen Köse- oğlunun etrafım alanlar, ihtilâlden nasiplerini sızdırmağa çalışanlar, bir devrin belirli adamları, daha doğrusu hanımlarıydı. Aynı hanımlar; geçen devirde de aynı şeyleri yaparlar, ay- nı şahıslar düşük iktidar mensupları- na karşı da aynı şekilde hareket e- derlerdi. Kadınlı kızlı eğlenceler ter- tip etmek bu insanların birinci ma- rifetiydi. Ne var ki ellerindeki serma- ye aynı sermayeydi ve bu yüzden de çoğu zaman hakiki maksatları belli oluveriyordu. Ama genç Yarbay Kö- seoğlu bunun çok geç farkına varmış, o zaman da atı alan Üsküdarı geç- mişti. Köseoğlu merdivenleri ağır ağır, etrafında arkadaşları ve yakınları olduğu halde inmeğe başladı. Hâlâ neşeli, hâlâ güleç yüzlüydü. Nükteler savuruyordu. Bir ara, eski arkadaş- AKİS, 25 KASIM 1960