YASSIADA DURUŞMALARI tı. Orhon gelmiş ve evde, Ayhan Ay- danm yanındaki kadınların yardımıy- la doğumu yapmıştı. Orhon verdiği ifadede çocuğun hiç de sıhhatsiz ol- madığını, normal arızalardan başka arıza taşımadığını söyledi. Halbuki başka tanıklara göre yavru tam bir hayatiyet göstermiyordu. Dr. Orhon, çocuk sekiz aylık dünyaya geldiğin- den Ankaranın tanınmış çocuk müte- hassısı Bahtiyar Demirağın çağırıl- masını istemişti. Telefonla çağırılan Dr. Demirağ gelmiş, çocuğu muayene etmiş, gerekli tıbbi müdahaleyi yap- mıştı. Bu arada Dr. Fahri Atabey de, ne hikmetse, Zeynep Kâmil hastaha- nesinin malı olan ve tek bulunan bir inkibatör âletini almış, Ankaraya müteveccihen yola çıkmıştı! Gece çocuk ağırlaşmıştı. Rivaye- te göre de sabahleyin ölmüştü. Dr. Fahri Atabey ifadesinde, Ankaraya geldiğinde çocuğun sekiz saat kadar evvel ölmüş bulunduğunun kendisine söylendiğini bildirdi. Bunun üzerine çocuğu, Başbakanlığın resmi şoförü Hayri efendiyle birlikte almış, Anka- ra mezarlığına Başbakanlığın resmi arabasıyla götürmüştü. Çocuğun de- fin ruhsatını almak için doğumu ya- pan ve çocuğa bakan doktorlardan bir rapor istenmişti. Doktorlar da, hâdiseyi bildiklerinden, böyle haller- de âdet olduğu veçhile ölüyü görme- den ölüm sebebini yazmışlar ve im- zalamışlardı. Belediye doktoru da cesedi görmemiş ve defin ruhsatını vermişti. Bunun üzerine "Fevzi oğlu Ahmet Aydan" gömülmüştü. Tahki- kat sırasında, 3 Eylül 1960 günü kalıntıları bulundu. Fakat bunlar ü- zerinde bir tetkikat yapıp ta ölüm sebebini tesbit etmeye, elbette ki im- kân kalmamıştı. Çocuk nasıl ölmüştü? Bu, aydın- lanmamış bir esrar olarak kaldı. E- celiyle mi ölmüştü, yoksa bir gizli el Başbakan Menderesin o arzusunu yerine getirerek bu günah mahsulü- -ü ortadan mı kaldırmıştı? Soruş- turma Kurulu ifadeler arasında bir çok mübayenet tesbit etti. Menderes, Aydanın çocuğunu yabancı bir mem- lekette doğurma isteğini kendisine bildirdiğini, ofakat kendisinin bunu doğru bulmadığını söylüyordu. An- -ak, doğum üzerine Dr. Fahri Atabe- yi Ankaraya kendisinin gönderdiği- -i inkar ediyordu. Buna mukabil Ay- han Aydanın annesi Naciye Aydanın ifadesi sarihti. Doğumdan sonra dü- şük Başbakanı hâdiseden haberdar etmiş, Menderes "Ben, Doktor Fahri- yi şimdi Ankaraya yollarım" demiş- 18 ti. Dr. Atabeyin koca Zeynep Kâmi- lin tek aletini yanına alıp ta hiç kim seye haber vermeksizin yola çıkması da, yüksek yerden bir emrin alındığı şüphelerinl kuvvetlendirdi. Evet, or- tada elle tutulur bir delil yoktu. A- ma vakaları Yüksek Adalet Divanı kıymetlendirecek ve bir suçun, bir cinayetin işlenip (işlenmemiş bulun- duğu yolunda hükme varacaktı. Bu haftanın başında dâvanın sâ- dece dedikodusu ve alakalı kimsele- rin şahsiyetleri dolayısıyla merakla eklenmesinin sebebi, işte buydu. Yoksa, İhtilâl elbette ki Menderes gayrımeşru çocuğunu öldürttü diye yapılmamıştı. Celseler Bir hakikat beliriyor ç haftanın ortalarında bir gün, saatin henüz onbir dahi olmadığı bir sırada Yassıadadaki duruşma sa- lonunu terketmek zorunda kalan u- zun boylu, siyah elbiseli, sarı saçları arkasında topuz olmuş, güzel değil ama cazip bir genç kadını bi) esef- le sallayarak: "— iyi güne düşmedik" dedi. Hemen hemen aynı anda Adanın devamlı müşterileri, hattâ demirbaşı haline gelmiş gazeteciler arkadaşla- rıyla: "— Bugün paralar yandı. Bilet ücretini dahi çıkaramadık" diye şa- kalaşıyorlardı. O. Enginin evi Bedava irat Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol, tam dokuzbuçukta aç- tığı celseyi oonbirden evvel kapamış ve 6/7 Eylül hâdiselerinin duruşma- sını salı gününe bırakmıştı. Pazarte- si günü meşhur Bebek Dâvasını göre- cek Divan, bir gün sonra 6/7 Eylülü yeniden ele alacaktı Halbuki haftanın ortalarındaki o gün, salonu bir baştan ötekine ve iğ- ne atsan yere düşmeyecek tarzda dol- duranlar daha etraflarına baktıkla- rında alâka uyandırıcı bir gün geçi- recekleri zehabına okapılmışlardı. Yüksek pencerelere ince, siyah per- deler takılmıştı. Başkanlık omaka- mının hemen yanında bir oprojeksi- yon makinesi göze çarpıyordu. Daha geride bir ekran vardı. Aletlerin ba- başlığını (o aksettiriyordu. Yaptığı denemeden ibaretti ve en çok satan gazete Hürriyet olduğuna gö- re eline bu gazetenin geçmiş olma- sından daha tabii bir şey yoktu. A- ma ışığın altında "Hürriyet" adı gö- rüldüğünde basın mensupları arasın- da gülüşmeler oldu.Bir gazeteci "Bu reklâm usulünü müzayedeye o koy- muşlar, Hürriyet 100 bin lira vermiş" diye gülümsedi. Her halde, sabahle- yin Yassıadadaki duruşma salonun- da neşeli bir hava esiyor, gelenler el- memnuniyetle (o uğuşturuyor- . Hele biraz sonra düşükler ka- En evvelâ dışardaki hafif yokuşun inde, biraz sonra da salonun kapı- sında belirdiğinde heyecan an yüksek noktasını buldu. Mutad veçhile, finde Bayar yürü- yordu. Yanında iki deniz subayı var- dı. Fakat mutadın dışında, Menderes hususi bir alâkaya mazhar olmamış- tü. Etrafında kimse yoktu ve kafile- nin laalettâyin bir uzvu gibi, elinde rülü ve Gökay, gene pardesülerini el- lerine almışlardı. o Bunları, sanıklar kısmını ayıran tahta parmaklıklara astılar ve artık EN yerleri- ne oturdular. Saat, 9.20 id Değişik tuvalet fki baş düşük, kılıklarını değiştir- mişlerdi. Belki de gökte parlayan güneşe ve pastırma yazının lâtif ha- vasına bakarak Menderes açık gri, kruvaze bir elbise giymişti. Kravatı, aynı rengin daha da açığıydı. San- dalyasına oturduğundan itibaren sağ eliyle saçlarını düzeltti, durdu. Saç- larını yeni kestirttiği o anlaşılıyordu. Galiba, limonu az gelmişti. Elini ba- şının arkasında, ensesinde dolaştırı- yor, bir kadın berberi meharetiyle parmaklarını maşa yerine o kullanı- yordu. Düşük Başbakan yerine otu- AKİS. 31 EKİM 1960