hattâ Broadway'den beklediği — fazla birşey yoktur. Bu sebepledir ki, me- selâ 500.00! nüfuslu bir şehrinde 90.000 kişilik bir stadyuma ıhtıyaç olduğuna karar verdi mi, bunu göz kırpmadan yerine getirir, fakat 500 kişilik bir tiyatroya ihtiyacı bulun- madığına da kanaat getirdi mi, ken- dini birtakım okul piyesleriyle avut- mağı kafi görür. Bundan zarar gö- ren şüphe yok ki azınlıktır. New York, Chıcago gibi şehirler hesaba katılmamak şartıyla, Amerikanın her şehrinde kendilerine devamlı ve ka- liteli temsiller verecek bir bin kişi- lik tiyatro olmasını isteyenler, yüz- binlik bir stadyum isteyenlerden da- ima çok daha azdır. Fakat azınlıkta da olsa, böyle bir kütle mevcuttur ve günün birinde birkaç iş adamı, bir- kaç ev kadını birleşip karşınıza bir çadır. tiyatrosuyla çıkıvermektedir. Çadırdaki Tiyatro ış mevsimi sona erip te, Ameri- kanın bir küçük şehrine tesadü- fen uğrayacak mızmız tavırlı tiyat- ro truplarından da ümit kesildiği bir anda, bir akşam üzeri Amerikalı bir arkadaşınız kapınızı çalar ve elinde iki davetiye, sizi bir meydan tiyatro- sunu görmeğe davet eder. Tıyatronun adı "Playhouse on the Green" yani "Çayırdaki Tiyatro" dur. Hayalinizden ister istemez, Hal- dun Dermenin memleketine Ameri- kadan yeni döndüğü sıralarda An- karanın Kavaklıdere Tenis Kulübün- de gosterdıgı yarım meydan tiyatro- sunu geçirirsiniz. Açık havada, nun içindeymişsiniz gibi seyrettiği— niz bu temsilin, bazı kusurlarına rağ- men hatıranızda hususi bir yeri var- dır. Kendi memleketinizde, Amerika- li bir arkadaşınızın "yepyeni bir ti- yatro gorecegız diye heyecanla bah- sini ettiği tiyatroya benzer bir hare- ketin bundan üçbeş yıl önce başla- mış olduğunu duşunerek hem sevi- nir, hem de nden bu yana, şe- hırlerınızde, şehırlerınız civarında pek çok çayırlığın, pek çok meyda- nın O nefis yaz gecelerinde hâlâ sa- dece atlı karıncalara, açık hava si- nemalarına, — köfteci ve gazozculara yataklık ettiğine üzülürsünüz. Hatt Ankaranın göbeğinde, avuç dolusu para dökülerek meydana — getirilen bir güzelim açık hava tiyatrosunun neden Gençlik Parkı gibi çalgılı ga- zinoların, sağdan soldan yükselen ga- zel ve nağraların ortasına oturtul- duğunu kendı kendınıze bir türlü i- zah edemezs Sonra aklınıza yaz ayları boyun- ca etraflarına büyük bir canlılık ge- tiren İngilizlerin, Kanadalıların St- ratford'lularını Amerikalıların — At- hene'lerini, Fransızların — Avignon Festivallerini getirirsiniz... Gözlerini- zin önünde etrafını sadece otların kapladığı Antalyanın o metruk ve ta- rihi açık hava tiyatrosu — canlanır. Arkadaşınızın yüksek bir atlı a- rabayı andıran acaip otomobili için- de şehrin 8 mil kadar uzağında ge- niş bir çayırlığa vardığımızda görür- sünüz ki, yaz geceleri bir açık hava AKİS, 9 AĞUSTOS 1958 tiyatrosuna, bir meydan tiyatrosuna sahip olmak için üstelik hiç te öyle binlerce, milyonlarca 1lira lüzum yoktur ve orta çapta bir sirk çadırı bu işi pek güzel halledivermek- tedir. Çayırlıga gırış yerinde, koca- on the Green yazılı olmasa ve "Play- house on the Green" hakkında daha ŞUNDAN BUNDAN Refik ERDURAN D evlet Tiyatrosunda bir topluluğun Brüksele gitmesi işinin son an- ya düşmesine canları sıkılan sanatseverlerimizin üzüntüsünü gıderecek bırşey oldu. Gençlik Tiyatrosu aynı şehirdeki festıvale bir Türk piyesiyle katıldı. Umuyor ve inanıyoruz ki Çetin Altanın "Çem- berler” isimli eseri Avrupada çok beğenilecek, bu suretle bir türlü ar- kası gelmeyen "Tiyatroda az mı geriyiz, çok mu? Bizde oyun yazarı var mı, yo u?" gibi tartışmalarda kullanılabilecek bir ölçü ola- caktır. "Çemberler"e iyi talih diler, atlına layık tutumundan dolayı Gençlik Tiyatrosu topluluğunu alkışl stanbul Şehir Tiyatrosunun durumundan kendi içindekiler ve ba- şındakiler dahil, kimse memnun degıldır Çalışmasının düzensizli- ğinden, bazı bolumlerındekı dısıplmsızlıkten repertuar karışıklıkla- rından vesaire durmadan şikayet edilir; "ıslah" edilmesi lüzumunda da herkes müttefiktir. Nasıl ıslah olunacagı sorusuna da en sık veri- len cevap sudur: Başına kuvvetli bir idareci, getirmeli, bütün otorite tek kişinin elinde olmalı. İyi ama bu tek kışı ne yapacak ta iç çekiş- melere son verecek, dedikoduyu susturacak, sanat seviyesini yüksel- tecek? Bu satırların yazan bu konuda bir nevi hususi anket yapmış bulunuyor. Aralarında Türk tiyatrosunun en tecrübeli ustasının da bulunduğu yedi bilirkişinin cevaplarından çıkan sonuç: Şehir Tiyat- rosuna iş bulmak gerekiyor. Evet, iş. Genişliğinden, şikâyet edilen kadroyu azaltmak yoluna gidilecek yerde, bu kadrodan faydalanma- nın çaresi bulunmalı. İstanbul şehrinin bugün içindeki tiyatro sayı- sından çok fazlasını -iyi olmaları şartıyla- kaldırabileceğinden şüphe edılemez Buna imkân değil, ihtiyaç vardır. Meselâ şu sual sorulmak- tadır: "Şehir Tıyatrosu Kadıköyde niçin bir şube açmaz?" Buna kar- şılık şöyle denebılır "Şehir Tiyatrosunun Dram Kısmı son mevsimde er zaman, Eminönü Bölümü de çoğu zaman boş kalmışken yeni şu- e ne cesaretle açılsın" İşte burada işin içine disiplin ve sanat se- viyesi meseleleri girmektedir. Deniliyor ki Şehir Tiyatrosundaki ak- saklıklar işsizlikten ileri gelmektedir; bu topluluk ta Ankara Devlet Tiyatrosu gibi çalışmalarını —hummalı bir tempoyla genışletmege baş- lasa, durmadan yeni şubeler açıp kadrosundan faydalansa, iç çekiş- melerden kurtulur ve salonlarını çoğu zaman boş bırakan gevşeklik- lerden sıyrılır. Bu görüsü ilgililerin, basının ve Şehir Tiyatrosu kad- rosunun tetkikine sunarız * u sütunda sahne dili konusunda yazdıklarım bazıları tarafından yanlış anlaşılmış. "Oyun yazarının kullanacağı dil konuşulan dil- dir" sözümü ele alarak bunun yanlış olduğunu, oyun yazarının tabii- lik hissini vermeğe çalışmakla beraber aslında konuşulan dili sahne icaplarına göre düzenlemesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Karışık kal- mış bir noktayı açıklamama imkân verdikleri için kendilerine teşek- kür ederim. Evet, konuşulan dilin tam bir kopyasının sahnede taham- mül edilmez birşey olacağı doğrudur ve piyes yazma kurslarında ilk öğretilen noktalardan biridir.- Hatla daha ileri giderek şunu da söyle- yebiliriz: Birinci sınıf piyesleri ötekilerden ayıran meziyetlerden biri de dillerindeki şiir çeşnisidir. Ben sahnenin öz Türkçe denemelerine uygun bir yer olmadığını söylerken bu basit gerçeği inkâr etmekte değildim; sade böyle denemelerin gerekli tabiilik hissini zedeleyeceği- ni ve sahne diline şiir çeşnisi kazandırılmasını büsbütün imkânsız ha- le getireceğini belirtmek istemiştim. Bu görüşümde de yanılmış ola- bilirim, ama beni yanıldığıma inandıracak tek delil öz Türkçe dene- melerıyle dolu olduğu halde sahnede başarı kazanmış bir piyes met- nidir. Bir tenkidci böyle bir metin olduğunu söylüyor. Bahsettiği ese- ri maalesef okumuş değilim. Hemen okuyacağım ve söylendiği gibiy- se din değiştireceğim! sanırsınız. Bu havada eksik olan sa- dece bir bandonun çığırtkan tamtam ve tralalarıdır. Biraz sonra arkadaşı- nız sizi, gişede -ki bu daracık bir gözcü kulubesmden farklı — değildir- bilet satmakta olan genç bir hanım- la tanıştırır. Kendisi ve kocası bu ti- yatronun idarecilerindendir, fakat bu akşam vazifesi orda seyircilere bilet dökmeğe r levha üzerinde "Playhouse önce arkadaşınızdan edindiğiniz bir fikre sahip bulunmasanız ilk nazar- da gerçekten de bir sirke geldiğinizi satmaktan ibarettir. 12 yaşındaki oğ- lunun ise biraz sonra göreceğiniz pi- yeste bir küçük rolü vardır. Tiyatro- 31