Şartlardan ne haber Bayan Taschenbrecker? Bundan iki ay kadar önce, Yassıadada, tarihe "D. P. nin habis ruhu" olarak geçecek bir adam, Samed Ağaoğlu savunmasını hemen ya- pacağını bildirdiğinde avukat sıralarında bir kadın, Süreyya Ağaoğlu fırlıyor ve haykırıyordu: — Savunmasını hemen yapmasına müsaade etmiyorum. Zira, savunmasını yapacağı tarihte şartların ne olacağını hiç kimse bile- mezi" Bundan iki ay kadar önce Referandum henüz yapılmamıştı ve Sü- reyya Ağaoğlu şüphesiz, Anayasaya kırmızı oy verilmesi için memle- ketteki bütün "aykırı kuvwvetler"in var güçleriyle nasıl çalıştıklarını biliyordu. Bu çalışmaların neticesi' hakkında ümit var olduğu da mu- hakkaktı. Samed Ağaoğlu, bitirdiğimiz haftanın sonlarında bir gün savun- masını yaptı. Kuyrukçu gazetelerde bet bir resim, bir kaç büyük baş- lık, on yıl boyunca sürdürülegelmiş ve iflâs çanı çoktan çalmış beylik ithamlar, iddialar.. Eğer, aklı başında kimselerin çehrelerine 6 savun- ma okunduğunda yayılan müstehzi çizgiler istisna olunursa, "D. P. nin habis ruhu"nun sözlerinin uyandırdığı akisler bu kadardır. Memleket- te şartlar, Süreyya Ağaoğlu diye bilinen Süreyya Taschenbrecker'in arzuladığı istikamette asla değişmemiş, "uygun kuvvetler" ile "aykırı kuvvetler"! arasındaki nisbetin, 1957'de eşit iken 1961'de, birinciler le- hine yüzde 20'nin üstünde prim yaptığı tescil edilmiştir. 27 Mayıs sabahı kapısına inen darbelerin sesini, pek garip bir ben- ai Beşinci Senfoninin nağmeleriyle kıyas eden “D. P. nin habis ru- , -halbuki o gün nasıl bir dehşet ve korku içinde bulunduğu, sözle- rinin nasıl dışarıya fırladığı kendisini okıstıranların hâlâ hatırındadır- bu yurtta çeşmeler aktıkça ve yollarda yüründükçe kendisinin daima hatırlanacağını pek dramatik tonda ifade etmiştir. Bu sözde doğru bir tarafın bulunduğu muhakkaktır. Yalnız kendisi değil, aynı zihniyeti taşıyan bütün ideal arkadaşları o çeşmeler aksa da akmasada, o yol- larda yürünse de yürünmese de ebediyen lanet ve nefretle anılacaktır. Milletin parasıyla millete çeşme ve yol yapmayı milletin hürriyetlerini satın alabilecek bir bedel sayan, demokrasiyi ise kelle başına oy hesabı addeden herkesin başını aynı duvara vurması mukadderdir. Görülme- miş Kalkınma, o hususiyetleri dolayısıyla görülmemiştir. Yoksa, bir memleketi kalkındırmak her iktidarın esas vazifesidir ve bu vazife, çok daha müşkül şartlar altında bir başka iktidar tarafından çok daha iyi şekilde başarılmıştır. Samed Ağaoğlu savunmasında, babasının ve kendisinin o iktidar- la mücadele ettiğini, "ünlü demagog" vasfına hiç yaraşmayan bir ih- tiyatsızlıkla belirtmiş, "Evet, ben de babamın yolundayım. Onun müca- dele ettiği kimselerle ben de mücadele imkânını buldum.." diye tafra satmaya kalkışmıştır. "D. P. nin habis ruhu"nun bu sözü de doğrudur. Babasının müca- dele ettiği kimselerle o da mücadele etmiş ve tıpkı babası gibi, onun da bu mücadelede pestili çıkmış, perişan olmuştur. Zira Agayeflerin mücadele ettikleri kimseler bu millete, bu toprakların insanlarına hiz- met askının alevinden kuvvet almışlar ye o yüzdendir ki bu milletin, bu toprakların insanlarının ebedi minnet hislerine hak kazanmışlardır. Agayefler ise neye hak kazanmışlardır, onu, Bayan Taschenbrecker kardeşinin kulağına fısıldayıversin. Bu mu, öğünülecek "aile mücadelesi", bu mu, bir şan ve şeref? Vah, zavallı demagog! d uğunun bildirilmesini ifade etti. Bu sözler salonda obirden -sıcağa rağ- men, bir canlılığa sebep oldu. Sanık sandalyalarını dolduran sâkıt ve sâ- bık milletvekilleri (o yerlerinde heye- canla doğruldular ve derin birer ne- fes aldılar. Ön sırada oturmakta ci- lan, dâvaların I ve 2 numaralı sanık- ları Bayar ve Menderes kamburları- nı doğrultarak kulak kabarttılar. Ba- şol devamla: — Karar tarihinin tâyini için du- ruşmanın 14 Ağustos 1961 pazartesi gününe Oo bırakılmasına (o oybirliğiyle karar verildi" dedi. Bu son sözler, salondaki memnu- niyeti bir kat daha arttırdı. Tabii en fazla sevinenler, Yassıadanın gedikli müşterileri, gazetecilerdi. Bu arada bir başka grup ta sevincini çeşitli hareketlerle izhar etti. Bunlar, D.P. Grubunun, duruşmaların uzamasıyla moralleri gittikçe bozulan ve bir za- manlar burunlarından kıl aldırmayan dehşetli üyeleriydi. o Artık "ne ola- caksa olsun" deniliyor, müdafaalar- da pek fazla lâf edilmiyor ve yazılı müdafaaların Divana takdimiyle ye- tiniliyordu. O gün duruşma Başkan Başol ta- rafından bilinen (o şekilde açıldıktan sonra savunmalara geçildi. Topun ağzındaki sanıklar, Sakarya millet- vekilleriydi. Nuzhet Akın, Tarettin Barış, Hamdi Başak, Hamza Osman Erkan, Baha Hun ve Rıfat Kadızade, Divana müdafaalarını yazılı olarak verdiler ve beraatlerini talep ettiler. Bundan sonra iş avukatlara düştü. Hamdi Başakın avukatı bir defa da- ha malüm "dikta" konusuna yükle- nerek soluk tüketmeğe başladı. Ba- şaka göre, bu kelime o kadar çok di» le dolanmıştı ki, çocuklar bile evle- rinde oynarken o babalarına "baba diktatörlük yapma" diyorlardı. Bu- nun için meselenin bir koro daha ken- disi tarafından ortaya atılmasında fayda vardı! Avukat, başından büyük işle karışınca Başkan Başol bu çok din lediği hikâyeye Bi son vermek lüzu- munu hissett "— Bunlar m çok söylendi, geçelim bunları" ded akat avukat, pek susmağa ni- yetli görünmüyordu. Buna rağmen, durumun nâzikliğini çakmış olmalı ki, çarnâçar, susmayı tercih etti ve: — O halde, geçmiş konuların bu- rada münakaşa konusu olmaması lâzımgelir" diyerek yedi sayfalık di- lekçesini Divana verdi. Bundan sonra sırayla Sam Siirt, Tekirdağ, Tokat ie ri arz-ı endam eyledik, ve müdafaa- larını yazılı olarak Divana verdiler. Böylece, duruşmaların müdafaaya ta allâk eden son günü heyecansız, fa- kat oldukça neşeli geçti. Bir hafta boyunca Yassıadada enteresan mu- AKİS, 14 AĞUSTOS 1961