Daha sonra Aksal, C.H.P. nin ik- tisadi tutumundan bahsetti ve eski günlerin "fabrika mı, hürriyet mi?" sloganıyla vatandaşlara düşükler devrini hatırlatmıyacaklarını söyle- di. Aksal konuşmasını bitirip yerine döndüğünde lüks sinema salonu âde- ta alkıştan sarsılıyordu. Aksal yerine henüz oturmuştu ki, salonun arka taraflarından cılız bir alkış daha duyuldu. Zamanını iyi âyarlıyamamış olan Gülek, etrafında tayfası olduğu halde salona giriyor- du. Gülekin de gelmesiyle taraflar tam manasıyla belirmiş oldu. Biraz sonra, bir Gülekofil tarafından Dava- na verilen takrirde Aksalınkine ben- zer bir mâzeret ileri sürüldü. Efen- dim, Gülek pazar günü yapılacak Di- yarbakır ve Mardin kongrelerine dâ- vet edilmişti ve gitmesi gerekiyordu. Madem ki Aksal konuşmuştu, Güle- kin de mutlaka kürsüye sıkarak arz-ı endam etmesi şarttı! Başkanlık Divanının yerinde ika- -ına rağmen takrir, daha sok dinle- yicilerin tasvipleriyle kabul edildi ve Gülek kürsüye geldi. Konuşmasına, kürsüye sıkmasını mümkün kılan delege arkadaşlarına teşekkür et- mekle başladı ve C.H.P. nin şahıs- larüstü bir parti olduğunu belirterek devam etti. Daha sonra İsmet İnönü- nün Atatürkten sonra gelen en mü- meyyiz şahsiyet olduğunu söyledi. Bir ara sesini yükselterek: "— Nasıl Atatürkçülük varsa, C.H.P. yok, C.H.P. cilik vardır, İnö- nücülük vardır" dedi. Salonda ve bilhassa dinleyiciler arasında alkışlayanların sayısı bu sözler üzerine birazcık arttı ve Gülek te muradına -kısmen de olsa- nail ol- muş oldu. Sosyal gazetenin oportünist pat- ronu Gülekin, bir ara aşka gelerek, C.H.P. nin Altıoku değil, altı kazığı temsil ettiği şeklinde sözler sıktığı- nı ve hattâ bu dedikoduların altıokun değiştirilmesi teklifine kadar vardı- rıldığını söylemesi üzerine salon ka- rıştı ve uğultu halinde: "—Bunu sen teklif ediyordun!" sesleri yükseldi. Gülek konuşmasını bitirip yerine dönerken, salona girerkenki alkışı bile bulamadı. Zira delegelerin çoğu salonda kulis faaliyetiyle meşgul bu- lunuyordu. (Kongrenin açılışı O gün saatler sabahın 10 unu gös- terdiği sırada beklenen kong- re, İstanbulun sempatik il Baş- kanı Ali Sohtorik tarafından açıldı- ğında salonda bir tek boş yer bulmak kabil değildi. İstanbulun dört bir ta- rafından gelen delegeler, çek erken saatlerde karargâhlarını Atlas sine- masının kulislerinde kurmuş ve ma- lâm hiziplerin malüm mücadelesini kulise indirmiş bulunuyorlardı. Me- AKİS, 14 AĞUSTOS 1961 selenin evveliyatı o bilindiğinden, bu METOD Ne Ahmedi, ne Mehmedi tanıyan bir kimsenin bir metodu Ahmet kul- lanınca "Yuh" diye bağırması, aynı ometodu Mehmet kullanınca ise "Yaşa! diye alkış tutması düşünülebilir mit Dün radyolarda kü- Jür ediliyordu ve bu, milletten tasvip görmüyordu. İnönü o zaman bin defa söylemiştir: Bu millet devletin radyosundan müdafaasız kimse- lere küfür edilmesini asla kabul etmez! İnönünün bu ikazına gülündü, hattâ ikaz yayınların tesirinin delili sanıldı. Öyle ya, küfürlü hücum- lar İnönüyü öyle derininden yaralamıştı ki, işte feryada başlamıştı. O halde, devam! Böyle yayınların saati geldiğinde herkesin radyosunun düğmesini çeviriverdiğinden habersiz, Somuncuoğlu Radyosu diye bi- linen radyo küfürlerinin, tecavüzlerinin dozunu arttıra arttıra bağırdı, çağırdı. Tâ, İhtilale kadar! Gariptir, İhtilâl, en kuvvetli devrinde devletin radyosunda ağzını bozmadı. O kadar ki, ilk gün Sayarla Menderesten "Sayın Bayar", "Sayın Menderes" diye bahsedildi ve kendilerinin emniyet altına alın- dığı bildirildi. Haydi, o aşırı nezaket ilk günün bir politik zarureti sa- yılsın. Ama daha sonra da, devletin radyosu, belki gözden kaçmış bir kaç istisnanın dışında, a mm bir fedakârlık yapmadı. Aradan zaman geçti. Zaman geçti ve memleketin şartları bambaş- ka şekiller aldı. Vatandaşın temayülleri, o hisleri, endişeleri, meseleleri, düşünceleri değişti. İhtilâl, günün dâvası olmaktan çıktı. Alevli duy- gular, ateşlerinden kaybettiler. Aagal Somuncuoğlu Radyosu, Baban Radyosu adı altında hortlayarak vatandaşın karşısına çıkıverdi. Bur- han Belgeyi pek hatırlatan bir şımarık çocuk edası, devletin mikrofo- nuna gelip yerleşti. Hem de ne zaman ? Hücum ettiği kimselerin duruş- maları son safhaya geldiği ve Adaletin, sözünü söylemek üzere bulun- duğu sırada! Bu yayınların adı, artık "Milleti soyanların, soydukları millete teşhiri'dir. Neye dayanılarak konuşulmaktadır ? Hakim önüne çıkması için hazırlanılmış, fakat hakim önüne çıkmamış ve çıksaydı alınacak neticesi meçhul dosyalara.. Hayır, milletin nabzı biraz yoklanırsa, İhtilâlden bunca ay sonra bu davranışın kütle psikolojisiyle zerrece ilgisi o bulunmadığı hemen görülür. İhtilâl öyle bir devreye gelmiştir ki, artık ithamların sâdece mahkeme İlâmlarından ibaret bulunması (zarureti vardır. Bu zaruret gözönünde tutulmaz, sis, zamansız, faydasız küfürler sıralanırsa, ifham bolluğu karşısında gerçek suçlular teşhir olunmaz, mahkeme ilâmlarının tesiri kaybolur. Halbuki şu anda, bu ilâmlara milletin yürekten itibar etmesine şiddetle muhtaç bulunmuyor muyuz Gerçek, kim tarafindan kime küfredilirse edilsin, bu milletin dev- let radyosundan sövme İşitmeye tahammülü olmadığıdır. Geçen devir- de bu söylendiğinde, efendinin Da ellerini uğuşturmuşlar "Tabii, gördünüz mü nasıl tesir ediyor ?" diye kendilerine övünme payı çıkarmışlardır. Su devirde de aynı yolun mn yok değildir. Onlar a, ötekilerin silâhlarıyla kendilerini koruyacaklar, ikaz edenleri suç- lamaya kalkışacaklardır. Acaba, kulakları tıkamak, o gerçeklere sırt çevirmek, başkasında kusur sayılan davranışların insanın kendisine pek yaraştığım sanma bizim cemiyetimizin bir "İktidar Hastalığı" mıdır ? Düşününüz, rad- yolarda bize söğülürken feryat yükseltimemizin üzerinden ne geçti ki? Simdi biz, radyolar bizim elimizde diye, başkalarına aynı üslüpla söv- meyi mârifet sayıyoruz. Hareketli ganmadı. Sohtorik mikrofon başına gelince salonda coşkun bir alkış başladı. Heybetli hali ve sempatik gülüşüyle gruplaşmalar pak yadır- Sohtorik evvelâ kongreye gelen dele- ge arkadaşlarına teşekkür etti ve sonra temennilerine geçti. Bilhassa arkadaşlarından "Kongrede vekar ve sükünet! hakim kılmaları" ricasında bulundu ve; 17