TİYATRO Ankara Meydan Sahnesi Yirmi yıl önce Ankaranın bir tek tiyatrosu ve o-uzunca fasılalarla temsiller veren- bir tek kaliteli ti- yatro topluluğu vardı: Halkevi ve Tatbikat Sahnesi. Sonra Devlet Ti- yatrosu kuruldu. Evkaf apartmanının altında, yıllar yılı toza toprağa bı- rakılmış, köhne bir ambar haline ge- tirilmiş olan o canım tiyatro onarıldı, yeniden ışığa, sıcağa, insana kavuştu: Küçük Tiyatro doğdu. Eski Sergi- evinden, o sevimsiz beton yığınından, büyük mimar Prof. Bonatz, bugünkü Büyük Tiyatroyu yarattı. Sonra gene Evkaf apartmanının altında, o cici Oda Tiyatrosu filiz verdi. Sonra ken- di haline terkedilen, eski Halkevi ha- rabolmaktan kurtarıldı, eski halini buldu, Ankaralının ilk gözağrısı, Ü- çüncü Tiyatroları oldu. Sonra, bu mevsimbaşı, Yenişehirdeki o iç açıcı Yeni Tiyatro perdesini açtı. Şimdi de, Ankaranın yani ve en güzel binaların- dan birinin altında, Meydan Sahnesi... Yarın» daire seklinde, seyircilerin â- deta kolları arasına sokulmuş, onlar- la yüzyüze, dirsek dirseğe, nefes ne- fese bir arena tiyatrosu. Devlet Tiyatrolarının beş sahnede, bet koldan hemen bütün şehri kapla- dığı ve sakinlerini kendine çektiği Ankarada, o ana kaynaktan kopup ayrılmış küçük bir grupla kurulan bir altıncı tiyatroya -hem de özel ti- yatroya- lüzum var mıydı? diye so- rulabilir ve bu soruya rahmetli Ba- san Ali Yücel gibi: topluluğu dalgalı, canlı ve canlı bir çevredir. İstidatlar bu çevrede dövüşerek, didişerek ken- dilerini yetiştirirler. Müşterileri se- yirciler olan bu zümre, elbette bir- birlerini eleştirecekler, biribirlerini temezler." diye cevap verilebilir. Ama bu konuda mühim olan, bu sorunun ve verilebilecek (cevapların tartışılmasından çok, Devlet Konser- vatuvarıyla filiz veren ve Devlet Ti- yatrosuyla boy atan ana gövdenin et- rafa dal budak salacak kadar serpi- lip gelişmiş olmasıdır. “Yabancı"ya kalan ev Meydan Sahnesi kurucuları perde- lerini iki eserle birden açmayı uygun bulmuşlar. Haklan da yok de- gil, çünkü 167 kişilik küçük bir özel tiyatro günde iki temsil vermezse, iki yakasını bir araya getiremez. Gün- AKİS, 20 MART 1961 düzlü geceli aynı eseri oynamak da pek akıl kârı bir şey oolmıyacağına göre, iki ayrı eserle işe girişmişler. Bunlardan ilki, bu mevsim başında İstanbulda, Kenter kardeşlerin sah- neye koyduklar», uzunca bir zaman da oynadıkları bir Fransız komedisi- dir: Classie Magnier'nin "Evdeki Ya- bana" - "Monsieur Masure"sı-. Mey- dan Sahnesine oynanmış bir eserle perdesini açtıran sebeplerin başında, şüphesiz, "Evdeki Yabancı"nın -iş yapma bakımından- denenmiş, başa- rı kazanacağı az çok bilinen bir eser olması geliyor. Sonra, üç kişiden iba- ret az kişili bir piyes olması, daha sonra da, tabii, kurucularından biri- nin kalemiyle tercüme edilmiş olma- SI... Eser bir Fransız komedisi olduğu- na göre, bu üç kişilik eşhasın, ezeli ve ebedi "kan - koca - aşık" üçgeni içinde dönüp dolaştıklarım anlamak güç değildir. Şehirden uzak, bir kır evinde, genç, güzel, sevilmiye, ilgiye susamış görünen bir kadın, vurdum- duymaz kocası ve haftada bir gelen aşıkı ile "geçinip giderken", otomo- bili yolda bozulan yakışıklı, sevimli, üstelik zeki mi zeki bir delikanlı çı- kageliyor. Boş bulduğu eve dalıyor, maksadı telefon edip, en yakın ga- rajdan yardımcı, tamirci istemek. A- ma hararetten bunalmıştır: Masanın üstünde bir bardak su buluyor ve içiyor. Halbuki bu suya, yalnızlıktan bunalan ve uyku tutmıyan güzel ev sahibesi, dozu hayli kuvvetli, bir uy- ku ilacı karıştırmış, bir kısmım da kendisi, daha önce, içmiştir. Biribir- lerinden habersiz içtikleri uyku ilacı, çok geçmeden, gene birbirlerinden habersiz olarak, birbirlerini hiç ta- çıkılmaz hale gelir gibi oluyor. Kur- naz yabancı gözüne kestirdiği kadı- nı, aralarında -gene farkında olma- dan- birşeyler geçtiğine inandırmanın 33