res hakaret, itham, tariz dolu mek- tubu sineye çekmiş, cevap dahi ver- memişti. Düşük Başbakana bakılırsa bu, "günün ıstırabı o içinde kaleme alınmış bir mektup"tu, o bakımdan üzerinde durmamıştı! Patrik mektu- bunda nümayişlerin tertip olduğunu, nümayişçilerin evvelden hazırlandık- larını, aldıkları bir işaret üzerine ha- rekete geçtiklerini, kendilerini şehrin orasından burasına nakledecek vası- taların hazır (o bulunduğunu, tahrip âletlerinin önceden dağıtıldığını söy- lüyordu. Fakat Athenagoras bu it- hamları hakkında Divan önünde bir şey söylememeyi tercih etti. Bunlar Sen Sinod Meclisinin görüşleriydi ve hepsi doğruydu. Başkan sordu: "—- Peki, bütün bunlar 6/7 Ey- lül ağiseleriki mürettep olduğunu göstermiyor mu? Küçük adının İspiro olduğu ve 75 yaşında bulunduğu ortaya çıkan Athenagoras şahsi bir mütalea be- yanını reddetti. İşe karışmak isteme- diği görülüyordu. Başol ısrar etmedi ve Patriği yerine gönderdi. Hâdiselerin üzerine kâfi ışık saçıl- mıştı. Beklemenin azabı Beri de işte bu ışıktır ki, haftanın başındaki günlerin birinde duruş- ma salonunda cereyan eden bir hâdi- senin trajik çizgilerini Saat 16.15'e gelmişti. Hazır bulunan şa- hitlerin dinlenmesi bitmiş, tevsii tah- kikat talepleri ileri sürülmüştü. Hâ- kimler heyeti bir "ara kararı" almak üzere içeri çekildi. Salonun sırala- rından bir çoğu da boşaldı. Halk si- gara içmek veya iki kelime konuş- mak üzere dışarı çıkmıştı. Onbir sa- nık, tahta parmaklıkların arasında, etraflarında silâhlı (muhafızlar, ta- vandan dökülen o ışıkların aydınlığı ve harareti altında sessiz, hareket- siz, korkunç bir kırk dakika geçirdi- ler. Salonda kalanlar kendilerini sey- rediyorlardı ve düşük baslar bu na- zarların ağırlığım ister istemez omuz- larında hissediyorlardı. Sıraların üzerinden bakıldığında, değişik şekilde, değişik renkte, deği- şik biçimde onbir kelle görünüyordu. Hangisinin omuzları üstünde kalaca- ğı, hangisinin kalmayacağı bilinme- yen onbir kelle.. Gökay saatine bakı- yordu. Bayar nazarlarını dinleyicile- re çevirmiş, boş gözlerle onları sey- rediyordu. Gözlüklerinin kalın cam- ları parlıyor, arkalarındaki iç dün- yayı gizliyordu. Düşük Cumhurbaş- kanı öne doğru eğilmişti. Kaşları havaya kalkmıştı. Dili, bos avurdu içinde dolaşıyordu. Nilüfer Gürsoy salonu terketmişti. Oturduğu yer- den babasını seyrediyordu. Menderes put gibiydi. Mecliste, o dost, kendisi- AKİS, 28 EKİM 1960 Altay Egesel Başarılı Başsavcı ne hayran muhitte beş dakika otura- mayan, yüreğinde bir Neronun yal- nızlığını ve sıkıntısını bütün Başba- kanlığı boyunca duymuş bulunan dü- şük diktatör sessiz ve hareketsizdi. Tam tepesinde duran er, meraklı gözlerle bir zamanların kudretli ada- mına bakıyordu. Dakikalar bir ölüm sessizliği içinde geçiyordu. Duyulan tek ses açık kalmış mikrofonların hoparlörlerden akseden daimi, vamlı, arı vızıltısını andıran asap bozucu uğultusuydu. Sıcak insanı ra- hatsız ediyordu. Arada bir, denizden geçen bir vasıtanın düdüğü monoton süküneti bozuyordu. Sanki Joseph Conrad'ın romanlarından bir sayfa, Yassıada gözler önüne serilmişti. Ortada oturanlar ne düşünüyor- lardı? Kafalarının içinden geçen neydi? Bir şey düşünüyorlar mıydı? İç âlemlerinde nasıl bir dünyaları vardı? Bayar, Menderes.. Tarihin, harikulade bir kader vererek işaret- lediği bu iki adam o anda acaba na- sıl bir ruh haleti içindeydiler? Bun- lar cevapsız kalan ve cevapsız kala- cak suallerdi. Ama anın trajedisi, o gün Yassıadada çıplak gözle görüle- cek, en as hassas kalp tarafından da- hi sezilecek kadar hem açık. hem de ağırdı. Bu, içlerine ihtiras denen şeytan girmiş insanların trajedisiydi. Soruşturma 275 numaralı oda eni Büyük Millet Meclisi binasının Yp blokundaki dönerkapı hızlı hiz- YASSIADA DURUŞMALARI lı dönmeğe başladığında saatler 17'yi gösteriyordu. Kışlık elbiselerini giy- miş askerler, omuzlarındaki maki- neli tabancalarım düzelterek sert a- dımlarla içeriye girdiler. Başlarında- ki paraşüt çavuşunun komutuyla ha- fif sağa döndüler ve sol taraftaki Emniyet Kumandanım ,selâmladılar. nöbetlerini devraldılar. Hareket bu de fa nöbeti devredenler tarafından aynı intizam ve nizam içinde tekrarlandı. Hâdise, Yeni Meclis binasının D blokunda her gün rastlanılan hâdise- lerdendi. Yüksek Soruşturma Kuru- lunun faaliyete geçmesi neticesi bu blokun emniyetiyle vazifelendirilmiş olan paraşüt birlikleri, her gün mu- tini aralarında paylaşıyorlardı. Pa- raşüt birliklerine bu vazifenin veril- mesiyle yılın muayyen aylarında tek- rarlanan "paraşütle atlama talimle- ri" sekteye uğramıştı. D blokunun asayiş ve emniyetini üzerlerine alan bu karayağız paraşütçüler obunun için üzüntü içindeydiler. Haftanın başında, Yeni Meclis bi- nasının D blokunda nöbet değiştir- me faaliyeti devam ederken, blokun üst katında bir odada bir takım a- damlar gene dosyalar üzerine eğil- mişler, dikkat ve itina ile çalışıyor- lardı. Bu oda, Yüksek Soruşturma Kurum Genel Kutulunun toplantı sa- lonu olarak kullanılan 275 numaralı odaydı. Saatlerin 17'yi gösterdiği sı- ralarda Genel Kurul, günlük mesai- sini tamamlamak üzereydi. Kurul, haftanın başında aktettiği bu top- lantıda, babacan hukukçu Hayrettin Perksiz çalışmalarına devam etmek- teydi. Perk, insanüstü çalışmanın verdiği yorgunluk ve biraz da bir- denbire soğuyan havaların tesiriyle hastalanmıştı. Bu hastalık babacan Başkanın üç gün evden tıkamama- sına mal oldu. Fakat, fikri hep Genel Kurul daydı. Nihayet dayanamadı ve sıkıca giyinerek haftanın başında, pazarte- si günü yapılan toplantıya iştirake karar verdi. istirahatten nerkapısından geçmek Başkana şevk vermişti. Hayrettin Perk asansöre bindi ve arkadaşlarının çalışmakta bulunduğu 275 numaralı odaya çıktı. Örtülü ödenek meselesi yeyin Perkin daha nekahet dev» resinde iştirak ettiği toplantıda görüşülen, örtülü ödenek meselesiy- le alâkalı soruşturmaydı. Ne var ki, bu mevzudaki asıl görüşmeler ve so- ruşturmalar! Başkan Perkin bulun- 15