YURTTA OLUP BİTENLER gurbetteyken Havadis sâdece kapısı- nı değil kucağını da Bayar - Mende- res rejiminin fikriyatçısına açmıştı. Gerçi fikriyatçı sütunlarda at oyna- tırken Zaferin mizanpajını yapmak- tan başka marifeti olmayan Fatin Fuadın veya Turhan Dilligilin, bütün günahı bir mukni sese sahip olmak- tan ibaret bulunan ve zaten İhtilâl- den bir hafta önce "linet olsun" de- yip radyodan ayrılan spiker Can O- kanın, hattâ Köylü gazetesinde pa- rayla alkış tutan Tarık Mümtazın Yassıadada ne işleri vardı anlamak pek sordu ama Havadis, başyazıları- nı istediği kimseye yazdırmakta eb bette ki serbestti. Geçen haftanın i- çinde Havadisle Yeni Sabahın birbi- rine karıştırılması ikincisinde çıkan yazıların birincisi tarafından iktibas edilmesi ve baş sayfada neşredilme- si oldu. Ord. Prof, Ali Fuad Başgilin "cevap" diye yayınladığı ve aslında meşhur tefrikini savunan, bu arada şahsen dine ne derece bağlı olduğunu açık- layan, şahsı hakkında eğlenceli bil- gi veren yazılar ertesi gün ideal ar- kadaşı Havadisin sayfalarında, en muteber mahallerde arzı endam edi- yordu. Alaka sebepsiz değildi. Bir belirli cereyan muhtelif Okaynaklar- dan destekleniyor ve Türkiyede mev- cudiyetine inanılan "Muhafazakâr oylar"ın bir istikamette kanalize e- dilmesine çalışılıyordu. Muhafazakâr zümrelerin C.H.P. aleyhtarlığı teş- vik edilip de Milli Birlik Komitesinin sözcüsüymüş gibi görünerek memle- kette eski D,P. borazanlarının tek- rar itibar bulduğu kanaati yayılırsa 27 Mayıs hareketinin asıl hedeflerin- den döndürülmesi zaman meselesi ha- line gelecekti. Havadis işin politik tarafını yürü- türken Ord. Prof. Ali Fuad Başgil susmuş bulunan Necip Fazıl Kısakü- rekten artakalan müritleri kendi et- rafına toplamaya gayret ediyor, bir din şampiyonu olarak ortaya çıkı- ordu. Batı demokrasisi bize göre değildi, Türkiyede lâiklik seneler se- nesi din düşmanlığı (o zannedilmişti, Milli Birlik Komitesi iktidarı C.H.P. ye teslim etmeyi düşünmemeliydi, C.K.M.P. nin kuvvetlenmesini bekle- mek lâzımdı Bu parlak fikirlerin edildi ve gazetelerde bunlar yazılır- ken el altından propagandalar da ih- mal olunmadı. Bu arada eğlenceli bir hikâye pek saf sanılan kimselere ha- rıl harıl anlatılıyordu. Dolu omuzlar ikâye, Menderesle alâkalı hikâye- lerden biriydi. Sözüm ona Mende- res İrana gittiğinde Şah onu İranın 8 Muhlis Erdener Kabak başında patladı en büyük din adamına götürmüştü. Adam o kadar büyüktü ki Şaha dahi ayağa kalkmıyordu. Fakat Mende- resi görünce yerinden doğrulmuş ve kendisini saygıyla selâmlamıştı. Şah buna fena halde içerlemiş, Menderes Türkiyeye döndüğünde adama tek- rar giderek çatmıştı. "Ben, koca İran Şahına dahi ayağa kalkmazken nasıl olur da beraberimde getirdiğim Tür- kiye Başbakanına ayağa kalkarsın" demişti. Bunun üzerine adam "Ben, adama kalk- ti Eyüp vardı, ona kalktım" cevabını vermişti. Propagandacılar safdillere bu hikâyeyi naklettikten sonra Haz- reti Eyübün "Müslüman Başbakan"ı koruyacağını, ümitlerini kesmemele- rini, zaten yakında her şeyin düzele- ceğini söylüyorlardı. Kâfir gazetele- ri okumamak lazımdı. Onların yaz- dığı yalandı. Ama, bakın, eski Müs- lüman gazeteleri nasıl şakır şakır yasmaya e Tabii akıllı Anadolu köylüsü saman zaman bu masalları ye "Bey, kasasın- dan kadı. donu çıkan, yetimlerin hakkını çalan, kurbanı dahi devlet parasıyla kestiren bir sahtekârın o- muzunda Hazreti Eyübün ne işi ola ki.." diye sormuyor değildi. Başka- ları "Onun omuzunda asıl Celâl Ba- yar var" tarzında mukabele ediyor- lardı. Ama suyun altında kesafet da- fi peydahlayan bir cereyan yürüyüp gidiyor ve rejim olarak Demokrasi- nin düşmanları bilerek veya bilme- yerek bu değirmene su taşımakta devam ediyorlardı. Zaten Ali Fuat Başgillerin, Peyami Safaların ve Or- han Seyfi Orhonların asıl güvendiği de bu zümrelerden başkası değildi Ni Muhafazakâr zümreleri D.P. den miras olarak almaya niyetli kim- seler bir tek noktada cansiperane gayret sarfediyorlardı: Seçimleri ge- ciktirmek! İşin garip tarafı şuydu ki iyiniyetli desteğini buluyorlardı. çi bu aydınlar biraz paradoks yapı- yorlardı. Hem Demokrasinin en iyi rejim olduğunu kabul ediyor, hem Türk cemiyetinin bu sistem için ge- rekli olgunlukta (bulunduğunu söy- lüyor, hem de memleketin ana dâva- larının hallini "Sukarno Demokrasi- si" hâline getirmek istedikleri bir nevi "Gürsel Demokrasisinden bek- liyorlardı. Talihin garip cilvesi neti- cesi aynı safa gelmiş bu taban taba- na zıt şahıslardan kurnaz olanlar el- bette ki Muhafazakâr oyların peşin- de bulunanlardı. Çok partili hayata geçmemizden onbeş yıl sonra, bu sis- temin tadını almış genç sivil ve as- kerler ortadayken, o yetişmişlerken artık Türkiyede nasıl "Menderes De- mokrasisi" olamamışsa bugün bir "Gürsel Demokrasisi"nin, yarın bir “İnönü Demokrasisi"nin de olamaya- cağını suiniyet erbabı pek âlâ görü- yordu. Görmeyen ve itekledikleri isti- kamette 27 Mayıs için asıl tehlikenin yattığını farketmeyenler o memleket realitelerini gazete sütunlarından ta- kip edenler, bir takım salon sosyalist- leri, sosyete yazarları ve orijinalite meraklılarıydı. Ötekiler, cin gibi ze- kalarıyla oyunlarını oynamakta de- vam ediyorlar, D.P. nin kuvvetlendi- rip dağınık halden kurtardığı Muha- fazakâr oyların toplu halde kalması- na çalışıyorlardı. Seçimler ne kadar gecikirse inkılâpçı ruh hararetinden o nisbette kaybedecek, iktidarın ta- bii yıpratması neticesi Geçici İdare prestijinden kaybettikçe asıl zararı o idarenin sembolünü teşkil ettiği A- tatürk inkılâplarına bağlı zümre çe- kecek, onlar zayıflayacaklardı. Mu- AKİS, 27 TEMMUZ 1960