CEMİYET Bir zamanlar D.P. nin baş organı Zaferde Hollywood artistleriyle röportajları (o yayınlanmıştı. o Sonra kardeşleri obirer Amerikalı kadın- la evlendiler. e Nişantaşındaki o lüks apartmanını kiraya verirken de, kiracısının "Yeni Dünya"lı olma- sına bilhassa itina etmiştir. Her davranışı ve tutumu ile ileri bir "Ye- ni Dünya"cı idi. Genç bir adamdı. Her ferdinin ayrı omeziyetleri olan, bu meziyetleri ohattâ yurd sınırları dışında bile bilinen ünlü bir aileye mensuptu. Son günlerde yeniden adı ve resmi gazetelerin birinci sayfala- rında yer alan bu delikanlıyı tanı- mak hiç de güç değildi. Bu ünlü Ko- raltanlarda.- Oğuz Koraltandı. Geçen yaz Tuslog un komutanlığı- na tâyin edilerek Türkiyeye gelen Albay Steele pek efendi, dürüst, va- zifesine bağlı bir adama benziyordu. Yüzü hafif çiçek bozuğu idi. Bu kü- çük kusurdan başka hiçbir fiziki ku- suru yoktu. Karısı şıklığı kadar şuh- luğu ile göz alan, gönül dolduran bir kadındı. İncecik beline, mevzun enda- mına bakanlar, bu genç ve güzel ka- dının iki çocuk anası olduğuna katiy- yen inanamıyorlardı. Aylardır Hil- tonda kalıyorlardı. Taşınabilecekleri müsait bir apartman katı bulama- maktan şikâyetçiydiler. İşte bu ev bulamamanın verdiği sıkıntılı günler- de Steele'ler, düşük Meclis Başkanı Koraltanın oğlu Oğuz Koraltanla ta- nıştılar. Her iki taraf da bu tanışma- dan son derece memnun görünüyor- lardı. İlk iş olarak Oğuz Koraltanın Topağacındaki apartmanına gidildi, lüks dairesi gezildi, beğenildi ve he- men kontrat imzalandı. Böylece Ste- ele'ler aylardan beri sıkıntısını çek- tikleri evsizlikten kurtulmuş olduk- ları gibi çok itibarlı bir dost da ka- zanmışlardı. "Yeni Dünya"cı ise zevk ve memnuniyetten tel tel olmuştu. Steele'lerin nadide vazolar, zarif möbleler, fil dişleri, antikalar, gü- müşlerle süsledikleri lüks apartman dairesi, bir masal padişahının sara- yım andırıyordu. o Artık kızıl saçlı, . Steele ile düşük Meclis Başkanının oğlu, babası gibi çapkın Oğuz Koraltan birbirlerinden ayrılmaz olmuşlardı. Sabah kahvaltı- ları şampanya ile başlıyor (gecenin geç saatlerinde viski ile bir günü ta- mamlıyorlardı. Gerçi bir Amerikan albayının maaşı bizim ölçülerimize göre muazzamdı ama Mrs. Steele'in faturalarındaki Ooyekünlar da ender rastlanan cinstendi. Bize "muazzam" görünen Amerikan Albayının maaşı bile bu faturalar yanında küçük ka- lıyordu. AKİS, 27 TEMMUZ 1960 Ee, "gün ola harman ola" demiş- ler, bu yaşanılmasına doyulmaz gün- lerin de sonu birden bire geliverdi. Bir gün İstanbul .gazeteleri "Tuslog'- un Komutanı Albay Steele milyonu bulan karaborsacılık suçundan mah- kemeye verildi" mealinde başlıklarla ilgi çekici bir haber yayınlıyorlardı. Oğuz Koraltan, bu son derece can sıkıcı, hattâ münasebetsiz haber kar- şısında aileye olan dostluğunu göster-, mekte gecikmedi. Onları teselli etti ve harikulade bir çâre buldu. Albay Steele çocuklarıyla Ame- rikaya dönmeliydi. Muhakemesi Waş- hingtön'da yapılırsa daha iyi olurdu, Mrs. Steele ise daha bir müddet Tür- kiyede kalabilirdi. Kendisi ailenin en yakın dostlarından biri sıfatiyle Mrs. Steele'i hiç mi hiç yalnız bırakmazdı. Albay Steele bu konuda hiç merak- lanmamalıydı. Dostluk, böyle kara günlerde belli olurdu. Bu çâre, Stee- le'lerin de çok hoşuna gitmişti. Albay Oğuz Koraltana, gösterdiği bu göz yaşartıcı fedakârlıktan, o anlayıştan, dostluktan, dolayı nasıl teşekkür ede- ceğini bilemiyordu. İki çocuğu ile bir- likte Yeşilköyden uçağa bindiği za- man da gözleri arkada değildi. Genç, şuh, "gül endam" karısını emin bir ele teslim etmenin rahatlığı ve güve- ni içindeydi. Nitekim Oğuz Koraltan sözünde durdu. Oda babasına çekmişti. Her şeyde değil ama şu "kadın" mesele- lerinde daima vâadlerine sadık kalır- dı. Mrs, Steele'in Oğuz Koraltanın yüksek himayelerinde Türkiyede ge- çirdiği günlerin hikâyesi uzun sürer. Bütün Amerikalılar, hikâyesi uzun sürecek bu günlerden dolayı Mrs. Steele'den yüz çevirmişlerdi. Ama o aldırmıyordu. Yakın Türk dostları vardı ve yaşıyordu. Her gece bir baş- ka yerde eğleniyorlardı. Mrs. Steele'- in kavalyelerinin başında elbette O- guz Koraltan geliyordu. Osman Ka- pani de baş kavalyelerden biriydi. Bu yaşayışa, çok geniş düşünen Ameri- kan otoriteleri bile göz oyumamaz, sabredemez oldular. Sonunda, bir ge- ce verilen bir emirle Mrs. Steele apar topar bir Amerikan askeri uçağına bindirildi ve Washington'a gönderildi. Geçenlerde Oğuz Koraltan bir A- merikalı ahbabı vasıtasıyla Mrs. Ste- ele'den şu mesajı aldı: "Kocam ordu- dan tard edildi. Ama ne önemi var? Servetimiz yerinde. New York'ta do- kuz odalı nefis bir apartman tuttum. Evimiz senindir. En kısa zamanda seni bekliyoruz." Mesajı getiren A- merikalı, Hiltonda Oğuz Koraltanı aradı ama bulamadı. Düşük Meclis Suzan Sözen Telefondaki dilber! Başkan gibi oğlunun da nezarete a- lındığını oOöğrendiği zaman hayreti görülecek şeydi. smer, uzun boylu, ünü yurd dışına ıkmış, Türkiyenin sayılı güzel- lerinden biri olan genç kadın "hususi telefonunun çaldığını duyunca, yü- reği ağzına geliverdi, yerinde sıçra- dı. Bu telefon 26 Mayısdan beri ilk defa çalıyordu. Biraz korku daha çok heyecanla telefona yaklaştı, elini u- zatıp uzatmamak arasında kısa bir tereddüd geçirdi. Sonra ahizeyi ku- lağına götürdü. Karşı taraftan erkek bir ses ve güzeldi. Genç kadın yeniden titre- di. Heyecanla "Alo! Ben Suzan.." dedi. Genç kadın Belveder Apartmanı- nın her zaman serin olan katlarından birinde oturuyordu. Bu sebeble dışa- rıdaki kavurucu sıcağı pek hissetmi- yordu. o Telefondaki sesin sahibi "Adnancığı" olamıyacağına göre kimdi acaba? Telefondaki erkek sesi "Yanlış ol- muş, ben bakkal dükkanım arıyor- dum" diyor ve özür diliyordu, Mah- zun bakışlı güzel kadın boşuna telâş- lanmış, heyecanlanmıştı. Genç kadın, 487915 numaralı te- lefonu çevirenin bakkal dükkânı arı- yan herhangi bir vatandaş olmadığı- nı, sabık bir Bakanın yakışıklı oğlu olduğunu, telefonu bilerek, isteyerek açtığını ve sonra da: "Yüzünü göre- medim ama bari sesini duydum" de- diğini, böylece biraz rahatladığını nereden bilecekti, 33