Tİ YA Devlet Tiyatrosu Çekememezlik! vlet Tiyatrosu yıllar yılı bir türlü başaramadığımız bir işi başardı: 60 kişilik büyük bir kadro, iki vagon- luk dekor ve aksesuvarla Ankaradan kalktı, Parise gitti ve Milletler Ti- yatrosunda, türkçe iki temsil verdi. Bu temsillerden biri antik dram re- pertuvarınınen özlü, temsili de en güç eserlerinden biri, Sophoklesin "Kral Oidipus"u idi. Öbürü de yeni neslin tiyatroda en kuvvetli, en ve- rimli kalemlerinden birinin Orhan A- senanın "Hürrem Sultan'ı. Devlet Tiyatrosu Parise bu iki eserle gider- ken iki vazifeyi yerine getirmiş olu- yordu: Birincisi, Türk sahnesinin her Batı sahnesi gibi tiyatro sanatının beşiği sayılan Yunan tragedyalarım oynamaktan geri kalmadığını göster- mekte, ikincisi ise Türkiyede de ti- yatro yazarı yetiştiğini anlatmak. "Hürrem Sultan" piyesinin Fransız- ca tercümesinin Milli Eğitim Bakan- lığınca bastırılarak bu temsillere ye- tiştirilmesinin ve yazarının temsilde bulunmak üzere Parise gönderilme- sinin mânası buydu. Netice ne oldu? Karşılarında ipti- dai, Batı sanatından ve sanat anlayı- şından habersiz, yerli o göreneklere dayanan bir şark otemaşası, yahut kötü bir Avrupa taklitçiliğine özenen derme çatma bir heveskâr topluluğu görmeğe hazırlanan Parisli sanat a- damları ve tenkitçiler, Batı gelenek- leri üzerinde yetişmiş, kendi tiyat- rolarından farksız, hattâ bazıların- dan çok üstün bir topluluk karşısın- da olduklarını gördüler. Oyun tarzı- mız, mizansenlerimiz üzerinde, haklı veya haksız ileri sürülen bazı tenkid- ler bir yana bırakılırsa, Paris temsil- leri Türk tiyatrosunun ve aktörünün yasının kapılarım açan bir sanat hâ- disesi (oldu. Ama tiyatro ile, sanatla doğrudan ilgisi olmıyan yurttaşları bile sevindiren bu ohâdisenin, sanat çevrelerinden bazı haftalık aktüalite gazetelerinin Oo sahifelerine (o akseden menfi tepkileri de oldu. Cüneyt Gök- çerin V.C. ye girmemiş olması bile bir siyasi omanevraya atfedildikten sonra kavuklu, cüppeli "Hürrem Sul- tanın Parise götürülmesindeki i betsizlikten, bu esere ait temsilin fi- yasko ile neticelendiğinden, "Oidi- pus"ta ise Cüneytten başka kimsenin beğenilmediğinden, onun da bunu sağlamak için bütün öteki rolleri za- TR O yıf aktörlere dağıttığından dem vu- ruldu ve netice Gökçerin Parise ken- disini göstermekten başka bir mak- satla gitmediğine bağlandı. Kafaların içindeki sarık B- iddia ve ithamların arkasında pek açıkça farkedilen beşeri duy- gular, küçük hesaplar ve gerçeğe uy- mıyan taraflar bir yana, "Hürrem Sultan" piyesini, "sarıklı, kavuklu" olduğu için kötülemekle düşülen da- lâlete parmak basalım. Batılılar bizi, dedelerimizin kavuklarındaki o sarık- lardan ötürü değil, yüzyıllar sonra o sarığı hâlâ kafalarımızın içinde taşır gördükleri zaman, Avrupalı kıyafeti- nin kafalarımızın da değiştiğini is- pata yettiğini sandığımız zaman, ec- dadımızın kılık kıyafetinden, lüzum- suz bir aşağılık duygusuna kapılarak, utandığımız zaman küçümser ve a- yıplarlar. XVII. ve XVIII. yüzyıl Ba- tı tiyatrosunun, kadınlara taş çıka- ran, o perukalı, dantelli, ipek çoraplı, allıklı pudralı erkek eşhası, Kanuni devrinin o heybetli (o kavuklarının, muhteşem kürklerinin ve . sarıkları- nın yanında acaba daha mı tabii, da- ha mı güzeldirler? Bugün için gülünç görünebilecek o kılıklarından ötürü, Batı sahneleri klâsik piyeslerini sah- neden mi kaldırmışlardır? Yoksa başka memleketlerde oynamaktan utanır mı olmuşlardır? Zarfa değil geek şekle değil öze bakalım. "Hürrem Sultan'da Ka- nuni devrinin A bize duyurula- bilmişsaray entrikaları içinde bu- nalmış, evlât sevgisiyle devlet ve a- dalet anlayışı arasında bir tercih yapması gereken büyük bir hüküm- darın dramı gerçekliği ve buyruklu- ğu ile yasatılabilmişse eser gaşarılıdız Üst tarafı da "lafü güza Oyun tarzımız hakkındaki tenkid- lere gelince, bu sahifelerde bizim de işaret ettiğimiz gibi, en yeni en mo- dern sanat cereyanlarının hâkim ol- duğu Pariste bunları tabii görmek, hattâ faydalı bulmak lâzımdır. Oyun tarzımız, kâr kalmışsa, eski Devlet Tiyatrosu Parise nazaran muhafaza- görünmüşse, bu yalnız için değil hasında hususi bütün sahnelerimiz için de varittir. En az otuz yıldanberi sahnelerimize hâkim olan eski Fransız ve Alman ekollerinin tesirlerinden hâlâ kurtu- lamadığımızdandır. o Sorumluluğu da yeni sanatkâr nesillerinden çok ön- derlik, hocalık Oo vazifelerini yüklen- miş olan yerli ve yabancı eski sanat- kâr nesillerine aittir. Yeni haberler aris Basın Ataşeliğimizin yeni gelen 13. temmuz tarihli ba- sın raporunda Paris temsilleriyle il- gili olarak yeni- haberler verilmekte - dir. Leh ve aleyhteki bazı noktaları aydınlattığı için bu haberlerin en mü- him kısımlarını alıyoruz: "Tiyatro mevsiminin sona ermek- te olması münasebetiyle gazetesinin 12 temmuz tarihli nüs- bir sahife hazırlan- mış, bu meyanda Ankara Devlet Ti- yatrosunun burada oynadığı eserlere ait iki tenkid çıkmıştır. "Ankara Devlet Tiyatrosunun Milletler Tiyatrosu o festivaline ken- dilerininkinden çok başka anlayışta olan "Cidipus" gibi bir eseri seçme- leri bizde merak uyandırmışt.ı Fakat temsil bize ağırbaşlı, hattâ biraz faz- la ağırbaşlı geldi. Ama buna hayret etmedik. Bu oyun bize Mounet - Sully'nin sahnede oynadığı günleri hatırlattı. Yanlış anlaşılmasın, bunu tenkid için değil, Türkler her bakım- dan kendilerine yakın olan Yunanlı- lardan çok Fransızların tesiri altında kaldıkları, için söylüyoruz. Zaten Ko- rolar da bunu teyid ediyor... Maama- fih Ankara Devlet Tiyatrosu sanat- kârları rollerini ihtişamla temsil an- layışına o sahiptirler. "Kral Oidipus" sahneye sâde ve ihtişamlı bir şekilde konulmuştur. Bilhassa 1. tablo nâdir rastlanan bir ogüzellikteydi. Cüneyt Gökçer muhteşem olduğu kadar he- yecan verici bir Oidipus oldu." elimize "Hürrem Sultan" için çıkan ten- kidde ise şöyle denilmektedir: "Türkiyenin tanınmış dram ya- zarlarından Orhan Asenanın "Hür- rem Sultan" piyesi XVI. asır tarihi vakalarından mülhem bir eserdir. Es- ki unan eserlerini hatırlatan ve Hürrem Sultanın entrikalarını göste- ren bu piyes, bizde Binbir Gece at- mosferi yarattı. Racine'in "Bayazıt" piyesiyle mukayese edilebilen bu e€- ser, Paris seyircisi üzerinde kanlı bit devrin son günlerini sağlam bir oyun- la ifade eden bir piyes ve kıyafetleri içinde muhteşem olan şahıslar tesi- rini bırakmıştır. "Milletler Tiyatrosunun sahnesin- de Ankaralı artistler, asil ecdatları- nın tarihini kudretli bir oyunla bize gösterdiler. Kanuninin dilini anlama- makla beraber, artistlerin ahenkli sesleri trajedi (anlayışına sahip ol- duklarım ortaya koymaktadır..." AKİS, 27 TEMMUZ 1960