Haftanın içinden Zorla Takviye çok partinin siyasi hayata hakim bulun- duğu rejimdir. Partilerden hangisi kuvvetliyse, İk- tidarı o alır. Partiler ise kuvvetlerini mensuplarından temin ederler. Bu bulumdan her siyasi teşekkül memle- ketin kalbur üstü kıymetlerini kendi tarafına çekmeye çalışır, öteki siyasi teşekküllerin gayretlerini baltalar. Büyük partileri büyük isimler meydana getirir. Bilhas- sa geniş kütleler üzerinde nüfuz sahibi, onların kalple- rini kazanmış şahsiyetler partilerin 1 numaralı hedefi- dir. Bu gibilerin cezbedilniesi için gayret sarf edilir, po- litikaya,atılmak niyetleri sezilirse seferber olunur. He le böyle kimselerin karşı tarafa kaptırumamasına bıl- hassa dikkat edilir. Bu satırlar okunduktan sonra pek âlâ, "herkesin bil- diğini tekrarlamaya ne lüzum var" diye düşünülebilir., Doğrudur. Bunlar hakikaten herkesin bildiği, bilmese bile biraz aklıselimle bulup çıkarabileceği basit vakıa- lardır. Bir frenk tabirile "La Palissein — hakikatleri" faslındandır. Ama bizim İktidar partisinin tutumunu gördükten sonra insan, söylemeden edemiyor. Bir Hüse- yin Naili Kübalıya musallat olma P. ye ne kazan- dırır, Allah lillah aşkına biri çıkar da anlatır mı? Gerçı ihtiyatlı kimseler kehanette bulunmaktan ka- çınırlar. Fakat Hüseyin Naili Kübalının pek yakın bir istikbalde C. H. P. saflarında, yani D P. nin rakibi par- ti içinde bilgisini, tecrübesini ve daha da artacak bü- yük prestijini memleket hizmetine koyacağını tahmin etmek kehanet dahi sayılmaz. Kürsüsünden ayrılmaya mecbur bırakılınca ne yapacaktır? Düşünecektir ki ar- tık, kürsüye çıkmak, kürsüde kalmak niyet ve azminde olanlar evvela bu topraklar üzerinde kürsü hürriyetini temin etmeye çalışmalıdırlar, onun mücadelesine katıl- malıdırlar. Hüseyin Naili Kübalı tıpkı Turhan Feyzi- oğlu gibi, tıpkı Osman Okyar gibi kollarını sıvayacak ve politikacı olacaktır. Politikacı sıfatıyla D. P. ye kar- şı vaziyet alacak, vazifesi bildiğini — öyle yapacaktır. Zira Huseym Naılı Kübalının kürsüden uzaklaştırılınca sineceğini, susacağını sanmak imkânsızdır. Bu, onu kür- süsünden uzaklaştırmaya hazırlanan sayın Milli Eği- tim Bakanının dahi hatırından her halde geçmez. Haki- ki ılım adamları son söz olarak dalma "Gene de dönü- yor" derler. Bizim memleketin şartları siyasi mucadele— yi partiler çerçevesinde kolaylaştırdığından, mümkün kıldıgından şöhretli Anayasa profesörünün kendisinden genç meslekdaşlarının, Turhan Feyzioğluların ve Osman Okyarların yolunda gitmesi hiç kimseyi şaşırtmamalı- 1r. emokrasi, Çimdi lütfen söyleyiniz: Siz bir siyasi parti olsanız, Hüseyin Naili Kubalılı mı bir rakip istersiniz, Hüseyi Naili Kubalısız mı" O halde, D. P. nin kazancı nedır" Üstelik o D. bilhassa son yıllarda hiç bir "bü- yük iltihak" kaydetmemıştır Bu hakikati pek çok D. linin tâ yüreğinde hissettiğini iktidar partisi İleri gelen teri mutlaka bilmelidirler. Seçimlerden bu yana, Buyuk Meclisteki münakaşaların istisnasız hepsinde D. P. kat hezimete uğramıştır. Muhalefet hatipleri, lstısnasız her kılıç çatışmasında rakiplerine derin yaralar vermişlerdir. Her seferinde D. P, Grubu üzerinde dahi müsbet tesirler bırakmışlardır. Bunu saklamaya imkân yoktur. Grubun ruh halelini bilen Demokratlar, liderlerine bu hakikati aksettirmiyorlarsa, hata ediyorlar demektir. Her Meclis toplantısından sonra pek çok iktidar partisi mensubuna "hep muhalifler konuştu" gibi çelmektedir. Halbuki ko- nuşmalar en azından müsavidir. Hazin serabın sebebi AKİS, I1 OCAK 1958 Metin TOKER muhalif hatiplerin tatminkâr, ikna edici sözler söyle- meleri, muvafık hatiplerin ise müdafaası imkânsız fi- kırlerı müdafaaya çabâlamalarıdır. Verilen her reyin tatmın olmuş, bir vicdan ifade etmediğini "Grup Kara- rı" almayı ihmal edemeyenlerin bilmediği hiç ileri sü- rülebilir mi? Meclisin dışında ise D hatıplerının sözleri Meclisin içinde olduğundan da az tatminkâr bulunmaktadır. Hakikatleri olduğu gibi görmek lâ- zımdır. D. P. işte bu vaziyetteyken yeni yeni krymetleri ra- kip partiye itmek, acaba hangi mantığın icabıdır? Hü- seyin Naili Kubalı bir politikacı değil, ilim adamı oldu- ğunu 1950 de de, 1957de de ortaya koymuştur. 1950 nin arifesinde . P. nin yanında İktidara karşı vaziyet al- 1957 nin arifesinde C H. P. nin davalarına sempati duydugunu gizlemeyerek İktidarı tenkid etmiştir. Ama ne 1950 de D. P nin, ne 1957 de C. H. P. nin adaylıgını istemiştir. Bu neviden teklifleri daima "“ilim — adamı" almak niyetini bıldırerek reddetmiştir. İsteseydi 1950 de D. P. ve 1957 d H. P. adayı mı olamazdı? Bugün onu kürsüsünden uzaklaştırmak isteyenler lütfen elle- rini vicdanlarına koyarak cevap versinler. Bu adam politikacıdır ? İnsanları anlamak lâzımdır. Bir Hüseyin Naili Kü- balı ve onun ayarındakiler bir hususu tenkid ediyorlar- sa, çok muhtemeldir ki o meselede ilmin kabul etmeye- ceği birnokta vardır. Eğer mesele böyle alınırsa hid- dete, tabii onun arkasından gelen şıddete zerrece İhti- yaç hıssedılmez "İlim böyle görüyor" denilir. Siyasette, daima ilmin dediğine uyulamayacağı aşikârdır. Ama tenkid etti diye bir ilim adamının zorla, adeta elleri bağlı şekilde rakip partiye itilmesi aklın hakikaten'ala- cağı bir şey değildir. Denilebilir kı "Boyle hocaların gençliği zehirlemesi- ne mani olacağız". Eğer ilim bir meselede şöyle düşünü- yorsa, kursusunden uzaklaştırılan ilim adamının yeri- ne gelecek olan başka türlü mü söyliyecektir? 'Sonra, Hüseyin Naili Kübalının gençlik üzerindeki tesiri Ba- kanlık emrine alınınca azalacak mıdır? On misli, yüz- mıslı bin misli artacaktır. Bundan sonra soyleyecekle— şımdıye kadar söylediklerine nisbetle muazzam tesir kazanacaktir Partizan gözle görelim: e Sivas milletvekili Turhan Fevzioğlu mu, yoksa Sıyasal Bilgi- ler Fakültesi Dekanı Prof. Turhan Feyzioğlu mu daha zararlıdır? Görülecektir: Adeta itilerek C.H.P. saflarına sokulan Anayasa Profesörü çok kısa bir istikbalde si- yasi hayatımızın parlak yıldızlarından biri olacaktır. Eğer D P. nin gerçekleştirmek istediği buysa, mesele yoktur. Ama değilse, sinirlere hakim olma zarureti kabul edilmelidir. Her profesör, bazı ideal arkadaşı profesörler tarzında düşünmeyecektir. Profesörler için — oldu- duğu gibi başka meslek mensupları için- de vaziyet aynıdır. Yazdığı hoşa gitmeyen kalem sahibi, kararı hoşa gitmeyen cübbe sahibi, mutlaka karşı partinin saf- larına geçip orada mucadele etmeye zorlanırsa İktidar partisi bundan sadece zarar görür: D.P. şimdiden zarar! görmektedir. Bırakılsın o profesör, o muharrir, o hakim bulundukları yerde kalsınlar. Onlar Muhalefet hata ya- pınca de seslerini yükseltecekler, fikirlerini-söyleyecek- lerdir, Böyle kuvvetli müdafilerden bir siyasi teşekkü- in kendi kendisini ebediyen mahrum bırakması hata- ların en büyüğü, en affedilmezidir. Hele bu hat , boş yere işlenirse.