KADIN Eski Bir Hikâye Son zamanlarda “yıldız" denilin- ce yumu yı, “yumurta" de- nince de "yıldız"ı hatırlar oldum. Gerçi bu iki kelime arasında bir münasebet kurmak pek zordur a- ma, ikisinin de hafız. mda yar et- miş birer hikâyesi var ki, birbirine pek benziyor. Yıldız hikâyesi oldukça eski bir hıkayedır O zamanlar ben çocuk- Bir gün anneme bir misafir hanım geldı Küçük rugan iskar- pinlerinin üzerinde birer tane taşlı, yıldız şeklinde toka vardı. Doğrusu hu tokalar benim çok hoşuma git- miş ve erakımı — uyandırmıştı. Benim sık sık yaklaşıp bu tokalara baktıgımı gorunce, safir hanım e "Gel s yıldızların hıkayesını anlatayım dedi. G kızken, bir gün annesi ile birlikte bir kunduracıya ayakkabı ısmarlamaya gitmiş. Biçim seçil- fiat kesilmiş, tam kapıdan çıkarlarken annesi çantasından çı- kardığı iki yıldız. tokayı kundu- racıya uzatmış ve: "— Şunları da üstüne dikiver!" dem Kunduracı yerınden fırlamış: — K , benim başımı derde sokma!” Ikı kadın şaşkın şaşkın birbirle- yüzlerine bakakalmışlar. Kunduracı onların "masumiyet"in kanaat getırınce telâşım İzah et- meye razı muş: dız insana Yıldız Sarayı- nı hatırlatır Saray demek padişah demektir; padişahı hatırlatan bir şey de hiç ayakta taşınır mı?" de- miş. Misafir hanım hikâyesini biti- rince bir kahkaha atmış ve ilâve etmıştı — Ondan sonra yıldızlar, yıllar- ca sandıkta kültü kaldı. Ta Mus- tafa Kemal gelinceye kadar... Şim- saklar mantıkı olmalı ve anne baba- kü o günkü sinir duru rumuna, o gün- ku haleti ruhiyesine göre — değişme- meli idi.. Meselâ iki yaşındaki bir Çocuk annesinin —çantasını karıştı- rırca, anne buna neş'eli bir gununde izin verir, sinirli bir gününde "hayır" derse çocuk elbette ki bunu sık gık tecrübe edecek ve yasağın mânasını anlamıyacaktı. Dikkat edilecek bir nokta da yasakların çocuklara hid- det ve şiddetle değil, sukunetle bil- dırılmesıydı Daha büyük cuklar- , yasakların mantıkit sebeblerı izah edıldıgı takdirde, netice daha tat- min, edici olabilirdi. Burada da sü- kunet, ıstıkrar, sabır şarttı. Demek ki, izahlı veya izahatı bazı şeylerin yapılması çocuk için yasak olmalıy- 26 Jale CANDAN di tan haline bin şükret, e mi?" gün bugün, daima halime şukrederım Yumurta — hikâyesi daha yeni bir hikâyedir. Son kışta, şu yumur- tanın kıt olduğu günlerdeydi. Bir akşam üstü, telâşla yolunum üs- tündeki bir bakkala girdim, "Yu- murta var mı" diye sordum. Bakkal tezgâhı nı kaldırmadan " — Bitti mi, yoksa bugün hiç mi gelmedi?" Bu sefer bakkal başını kaldırdı, şuphelı bakışlarla beni süzdü: üzerinden başı- itti" dedi. Bıttı, dedik ya,, ötesini bil- mem.. Dukkandan çıktım Maksadım yalnızca o gün piyasaya yumurta gelip gelmediğini öğrenmekti. Bo- şuna aramak ve yorulmak istemi- yordum. Fakat başvurduğum her satıcıdan aynı müphem cevabı al- dım ihayet beni tanıyan birisi: "Yok demek, memlekette darlık var demektır İyisi mi bitti dersin, geçersin. Biraz zekânı kullanacak- sın o kadar" dedi. Gulecektım, gülemedim. Çünkü o anda eski bir hıkayeyı Yıldız hi- kâyesini hatırlamıştım Maksadım iki devri kıyaslamak değildir. Bu bakımdan halimize ne kadar şükretsek azdır. Fakat en ufak bir sıkıntıda hortlayıveren bir eski zihniyetin, bir eski hikâ- yenin mevcudiyetini do tamamiyle inkar edemeyiz. Bizimle aynı fi- kirde olmıyanları mağlüp etmek için, onların sözlerinde ve hareket- lerinde gizli maksatlar aramak a- lışkanlığı geçmiş günlerden bize arta kalandır. Eğer fikir münaka- şalarımızı selâmete götürmek is- tersek, her şeyden evvel bu alış- kanlığı terketmemiz lâzımdır. di. Ama bu yasaklar çocuğu bezdi- recek kadar fazla ve devamlı olma- malıydı ve hiçbir yasak çocuğu isya- na teşvik edecek haksız ve mantık- sız bir düşünceye dayanmamalıydı Meselâ kendisine ait genışçe bir o» dası olmıyan bir çocuğun müşterek salonda gürültü yapması, oyuncakla- rı ilâ oynaması bir kabahat değildi. Çünkü çocuk — enerjisini harcamak isterdi; bu onun hakkıydı.. Çocuğa bu takdirde "otur, gürültü etme" di- e çıkışmak haksızlık değil de no idi? Yapılacak şey çocuğa bir oyun yari temin etmek, sonra meselâ sa- londa oynamamasını söylemekti. Demek kı dısıplın herşeyden evvel, adilân ntıkt ve devamlı olma- h, sukunetle, dayaksız, sevgi ve an- layışla tatbik edilmeliydi. Yasaklar, içbir zaman, anne ve babanın key- fine, sinir durumuna göre değişme- meliydi. Zor büyüyen çocuklar ileleri için devamlı bir mesele teş- kil eden çocuklar vardı. Bu du- umda kabahati biraz da büyükler kendılerınde aramalıydılar. — Anne ve babaların dikkat edecekleri bir- kaç nokta vardı: Evvelâ çocukla- rından yapamıyacakları şeyleri is- temek bir hata idi. Çocuklar arasın- da tercih yapmak veya o hissi uyan- dırmak bazen sevilmediklerini zan- neden çocukların yaramazlık arzula- rım kamçılardı. Bu bedbaht çocuklar böylece anne ve babalarını kızdıra- rak, onları devamlı bir sevgi imtiha- nına tâbi tutarlardı. En buyuk hata- lardan biri de, annenin çocuğuna ar- zu edilmeden — doğduğunu hissettir- mesiydi. Bunun aksine çocukları faz- la şımartmak, onlara İüzumsuz za- aflar göstermek de aynı derecede mahzurluydu. Geç çocuk sahibi olan bir anne baba, veyahut hayatta su— kutu — hayâllere ugray rak — bütü aşklarım ve ümitlerini çocuklarına bağlayan aıleler, terkedılmış bir an- ne, çocuk için zararlı sevgi tezahür- lerinde bulunabılırlerd Mesut olmak için Ç ocuk buyudukçe şunu idrak et- "Cemiyetin mesut obua- sı için ınsanın kendi arzularını kont- rol altına alması şarttır ve cemiye- tin kaidelerine rıayet eden bir kimse mesut olur, diğeri ise ancak inkisa- ra ugrar Disiplin, anne ve babanın hepsi için değil, çocuğun kendi saade- ti için lâzımdır". Çocuğun bu hakikatlara inanma- sı için de disiplinin herşeyden evvel sevgiye ve mantığa dayanması, bil- hassa istikrarlı olması şartı. Bu yeni terbiye sisteminin meka- nizmasını birbirini takip eden "hür- riyet" ve 'kontrol" kelimeleri ile izah etmek mümkün Kadınlar Bırlıgındekı bu toplantı Vedide Baha Pars'ın konuşmasından sonra gosterılen bir filmle bitti.. A- merikada, çocuk terbiyesine yepyen bir veçhe veren Dr. A. Gesell'in klı- niğinde çevrilen bu film, 1 yaşından 5 yaşına kadar çocuktaki bedeni ve ruhi inkişafları gösteriyordu. Bu gü- zel filmi anneler bazan gülerek, ha- zan gözleri yaşararak ve daima ken- di çocuklarının bebekliklerini hatır- hyarak seyrett Toplantıyı terkederken bır anne: Anlaşıldı, diyordu, daha evvel biz anneler kendımızı terbıye edece- ğiz". Meslekler Boş duvarlar enç kız çok güzel döşenmiş bir salondan içeriye girdi. Yumu- şak bir koltuğa, oturdu ve başını kal- dırarak merakla duvarlara baktı. AKİS, 13 NİSAN 1957