YURTTA OLUP BİTENLER du. Yalnız Türkiyenin iştiraki olmak - sizin alman Adanın — muhtariyetiyle ilgili kararların kaffesini tanımıya- caktık. Fakat İngiltere fikirlerinde isrâr ederse ne yapacaktık? İngilte- re eğer bizi bir oldu bitti karşısında bırakırsa durumumuz ne olacaktı? Ingıltereyı fikirlerinden — döndürmek ıçın ne gibi imkânlara sahiptik? Hü- n Kıbrıs meselesi müşavirleri, zafer ve muvaffakiyet nutuklarından evvel bu suallerin cevapla azır- lamış olmalıydılar. Amerıkanın Ingıl- tere üzerindeki nüfuzunu unanis- tanın değil, Türkiyenin lehinde kul- lanmasını temin etmeliydiler. esef ve üzüntüyle bu zevat zafer nutukları hazırlamak- la uğraşırken, hakiki meseleleri dü- şünmeye vakit bulamamışlardı. Kıbrıs ve Muhalefet Hukumetın sessizliğini mazur gös- terecek en kuvvetli sebeb, şuphe- siz muhalefetin de susmakta göster- diği sebat olmalıydı. Hükümet bu ses- sizlik içinde dördüncü Kıbrıs politi- kasının esaslarını tesbitle uğraşıyor- u. Hatırlanacağı gibi başlangıçta Hü- kümet, Kıbrıs diye bir mesele mev- cut değildir demiş, Muhalefet ağzını bile açmamıştı. Sonra Hükümet, İn- giltere terkederse Ada bizimdir, baş- kasının olamaz demişti. —Muhalefet- ten gene çıt çıkmamıştı. Daha sonra aksim fikri benimsenmişti. Ne hik- metse Muhalefetten grene bir sada yükselmemişti. Makarios ve Yunanistan zafer çıt- lıkları koparırken ve Türk Hüküme- ti yeni bir politikanın aranjmanı ile ugraşırken Muhalefet “"vakar İi- çinde" susuyordu! C.H.P.'nin Kıbrıs tezi neydi? Hür. P. bu hususta ne düşünüyordu? C.M.P. nin bu mesele hakkında acaba herhangi bir fikri mevcut muydu? Bunu hiç kimse bil- miyordu. Bu durum karşısında ya dış politika meselelerinin hâlâ bir "tabu" sayılmaktan çıkmadığına, yahut da- ha fenası, Muhalefet partilerinin Kıb- rıs meselesi hakkında bir görüşe sa- hip olmadıklarına kanaat getirmek icap ediyordu. İki ihtimalin de iftihar verici olmadığı muhakkaktı. Basın Bahar gene gelecektir ge bölgesinin çok okunan gazetesi Demokrat İzmirin 5 Nisan 1957 Cuma tarihini taşıyan nüshasında başlığı kırmızı değil, siyah olarak basılmıştı. Degışıklıgın sebebi o nüs- hanın birinc ayfası en üstünde iri, siyah puntolarla yazıl dı: G aze- tenin fıkra yazarı Ziya Hanhan, bir gün önce gelecek senenin Nisanında yeniden hürriyetine kavuşmak üzere İzmir Cezaevine sokulmuştu. İzmir Cezaevinin demir kapısı ka- pandığı «aman, hapishaneye kadar 10 Ziya Hanhan Arizonalı karınca kendisiyle beraber gelen arkadaşları H ışarda Ziya anhan ise içerde mıştı. Dışarda kalanlar teessür ıçındeydıl . Ama y içerdeki için ay- nı şey soylenemezdı Zıya Hanhan gönül rahatlıgı içindeydi ve böyle olmaması için hiç bir sebeb yoktu. Akis Dâvaları Onumuzdekı Perşembe günü, 8 Nisanda, öğleden sonra Ankara Toplu Basın Mahkeme- sinde "AKİS dâvaları"na de- vam —olunacaktır. Davacılar Başbakan Adnan Menderes ile Prof. Nihat Erim ve Sefa Kılıç- hoğlu —Yenı Sabah Gazetesının Sahibi-d Dâva edılenler Metin Toker ile Yusuf Ziya — Ademhandır. Davacıları Hukuk Fakültesinin bir ara Bakanlık emrıne alınıp -"Kakokrasi hikâyesi" — dolayı sıyla -, müteakiben Başbakan tarafından vazifesine iade etti- rilen Profesörü Bülent Nuri E- sen temsil etmektedir. Metin Toker ve Yusuf Ziya Ademhan ise Bakanlık emrine alındıktan sonra istifa eden Prof. Turhan Feyzioğlu ile aynı hâdise dolayı- sıyla kursusunden ayrılan Doç. Muam tarafından müdafaa olunmaktadırlar. Duruşmada iki aydan beri Ankara Merkez Cezaevinde bu- lunan Metin Toker de hazır bu- lunacaktır. Kanaatına göre hapse — girmesinde gazetecilik vazifesini sından başka bir sebe ğildi. Demokrat İzmir'e ilk çıktı- ğı günden beri fıkralar, makaleler yazıyordu. Sadece Demokrat İzmir- de 11 senelik kıdemi vardı. Mesleğini seviyordu ve daha iyi şartlar altında, hür olduğuna inanarak yazmaktan başka bir arzunu yoktu. Hapisha- nedeki bir yıllık mecburi —misafirlik bile onu o üzmüyordu. Bir şun baharın geleceğine ve Demokrat zmir'in Mithatpaşa caddesindeki i- darehanesine dönüp arkadaşlarıyla şakalaşacağına, gene eskisi gibi fık- ralarını yazacağına inanıyordu. Bir fıkrasında bahsettiği Arizonalı ka- rıncalarla kendi vaziyeti arasında bü- yük benzerlik buluyordu. Bu karın- calar büyük kafileler halinde göç derken, önde gidenler karşılarına çı- kan büyük çukurlara tereddütsüzce atlıyorlar ve arkadan gelenlerin ra- hatça geçmesini temin ediyorlardı. Ziya Hanhan, bu gibi çukurların dol- durulması lüzumuna inananlardandı. Ziya Hanhan cezaevinin yolunu tuttuğu gün, tek üzüntüsü arkadaş- larında müşahede ettiği teessürdü. Savcılığın kendisine reva gördüğü muamele karşısında bile üzülmemiş- ti. Ziya Hanhan, mahkumiyet kara- rının Temyiz Üçüncü Ceza Dairesi tarafından tasdik edildiğini öğrenin- ce, tashihi karar yoluna başvurmak ıçın Ankaraya gitmiş, İzmir Savcılı- ı bu yüzden Ziya Hanhan adına çı- kardıgı davetıyeyı kendine tebliğ ede- memişti. Gazetenin Zıy Hanhanın Ankaradaki — adresin bildirmesine rağmen, savcılık davetıyeyi yakala- ma emrine tahvil etmiş ve Ziya Han- hanın tevkifi için Ankara Savcılığı- na telgraf çekmişti. Halbuki Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, "vazıh tebligata rağmen davete icabet etme- yen, veya kaçması hakkında kuvvet- li emareler mevcut bulunan hüküm- lüler hakkında" yakalama ve tevkif müzekkeresi verilebileceğini yazıyor- du. Ziya Hanhanın kaçacağına dair değil kuvvetli, en ufak. bir emare bile mevcut değildi ama, anlaşılan savcı- lar gazetecileri ele avuca sığmaz “sanıklar" olarak telâkki ediyorlardı.. Şinasi Nahidin dâvası İzmirde Ziya Hanhan cezaevine gir- diği sırada Ankarada da bir başka fıkra yazan, Şinasi Nahit Berker, Toplu Basın Mahkemesinin karşısı- na çıkmış bulunuyordu. Şinasi Nahıt hakkındaki dava da, "İnsaf be paşam" fıkrasının davacısının muvafakatiyle açılmıştı. O günkü celsede Şinasi Na- hitin müdafaa avukatı Sahır Kurut- luoğlu fıkra yazarının Ulus'ta çıkan iki yazısının da tahlilini yapmış, fık- ralarda hakaret kasıt ve unsurunun bulunmadığını izah etmişti. Müdafaa avukatının fıkraların bilirkişiye tet- kik ettirilmesi talebi reddolunmuş ve dâva karara kalmışla. AKİS, 13 NİSAN 1957