SİNEMA Filmcilik Festival stratejisi avaş sona erip de Japonya, mütte- fik kuvvetleri tarafından işgal e- dildiği vakit sinema endüstrisi altı büyük kumpanyanın elinde toplanı- yordu: Shochiku, Toho, Shintoho, Toeci, Nikkatsu, Daıeı Bunlardan ilk beşi film- yapımından dağıtımına, si- nema salonlarına ve yardımcı endüst- rilere kadar çeşitli sahalara yayılmış- lardı. Her hafta m çevıren bu Ş anya, ell rındekı sinema sa- lonları sayesinde iç pazarlarda mas- raflarını çıkardıktan başka kâr da diyorlardı. Ama Daiei için dur! boyle değildi. Gerçi o da haftada bır film yapıyordu ama elin salon vardı. Eğer çevırdıgı Hlmlerı için, en iyi hal çaresi Amerikan pa- zarını ele geçirmek olurdu. Ama bu güç bir işti. Birleşik Amerika pazar- larına hiçbir vakit ulaşamıyan Avru- pa filmlerinin durumu bizi düşündü- rüyordu" diyordu. Peki ne yapılma lıydı? Nagata bu suali şöyle cevap landırıyordu: "O vakit, Milletlerara- sı pazarları inceden inceye gözden geçirdik Gördük ki en zayıf noktayı Avrupa ülkeleri, bilhassa Latin ül- kelerı teşkil ediyordu. O zaman şuna karar verdik: Avrupa festivallerine, bilhassa Venedik ve Cannes festival- lerine kostümlü, tarihi, egzotık sanat i'ılmlerıyle katılmalıydık". İşte, 1951 yılından ıtıbaren Millet- lerarası festivallerde en ehemmi yet- li armağanları birbiri a d dan kaza- nan Japon filmleri bu siyasetin neti- cesi olarak ortaya çıktı. Tarihi kıyafetlerle bir dini âyin Japon sinemasının kıymetli bir hususiyeti yalnız Japonyada gösterse iflas et- mesi işten bile değildi. Daiei için tek çıkar yol filmlerini dışarıya yolla- mamı. O da öyle yaptı. Japon asıllı halkın çoğunluğu teşkil ettiği yahut Japon kültürünün tesiri büyük oldu- ğu Güney Asya pazarlarım ele geçir- di. Netice iyi idi ama, ıçerıde de film imal masrafları günden güne ar- tıyordu. Daiei'nin, pazarı genişletme- si lazımdı. Japon hükümeti de aynı fikirdeydi. Zira Japon filmlerinin ih- racıyla her, yıl elde edilen yarım mil- lon dolara karşılık, gene her yıl ya- bancı film ithali için on milyon dolar- dan fazla döviz gidiyordu. Japon hü- kümeti 'Daiei'nin yayılma siyasetini desteklemeğe karar verdi. Ama bu kolay bir iş değildi. Hesaplı davran- mak gerekiyordu. Daiei'nin müdürü Nagata "Bizim 30 homon" 1961 yılında Venedik Festi- valinin büyük mükâfatını aldı; aynı yıl Birleşik Amerikada en iyi yaban- cı filme verilen Oscar'ı kasandı, 1952 de "Genji efsanesi" Cannes Festiva- İinin fotoğraf armağanını, "Fahişe O'Haru'nun hayatı" ise ay m yıl Ve- nedik Festivalinin gumuş aslanım aldı. 1953 yılında gümüş aslan "Yağ- murdan sonraki soluk ayın hikâyele- rine verildi. 1954 yılındaki başarı ise "korkunç" kelimesiyle anlatılabi- lirdi: "Cehennem kapısı" önce Can- nes Festivalinin büyük armağanım kazandı; aynı yıl Amerikada en iyi yabancı filme ve en iyi renkli kostü- me verilen iki Oscar'ı aldı, New York'lu sinema tenkidçileri yılın en iyi yabancı filmi olarak aynı filmi seç- tiler. Yine 1954 yılındaki Venedik Festivali'nde — "Yedi Samuray" ile “"Sansho”" birer gümüş aslan kazan- dılar. Japon filmlerinin başarısı De- mir Perdeyi de aşmıştı, 1954 yılında Karlovy Varyd ki — (Çekos lavakya) festivali de "Yengeç Avcıları", "Gü- neşsiz Şehir", "Hiroşima Çocukları ayrı ayrı mükafatlandırıldılar Başarının sırrı Festival stratejisi" meselenin an- cak bir kısmım, hem de en ehem- mıyetsız kısmım izah edıyordu Zira nema endüstrisine sahip her ülke bir "festival stratejisi" takibedebihr- di ama, bu onun mutlaka aynı başa- rıyı kazanması demek değildi. Her yıl Cannes'a, Venedik'e düzinelerle film gönderen memleketler vardı bunların çoğu bazan sadece bir selli armağanıyla iktifa edıyorlardı Japon filmlerindeki başarının sırrı neydi ? İlk verilen cevaplar hiç de tatmin edici değildi; daha çok bir şaş- kınlıgın ifadesiydi. Meselâ "Rasho- mon'un kazandığı başarı üzerine şa- şıran, biraz da gururları incinen A- merikalı tenkitçilerden — bâzıları ko- lay bir izah tarzına başvurmuşlardı: Japon- sinemasının kalkınışı Ameri- kan işgali yularına rastlıyordu, demek ki bu işde Hollywood'un tesiri vardı. Gerçi dünya sinemalarından çoğunda olduğu gibi Japon sinemasında da Hollywood tesiri altında kalan bir kı- sım rejisörler vardı. Ortaçağ şöval- yelerinin, samuray'ların bitip tüken- mez maceralarım anlatan Japon film- leriyle Hollywood'un tarihi filmleri, hatta kovboy filmleri arasında, ben- zerlik görmek mümkündü. Ama gözden kaçmıyordu: — Festivallerde başarı kazanan en İyi Japon filmle- rinde Hollywood filmlerine benzer biç birşey bulmak mümkün değildi. Bir kısım tenkitçiler başarının sırrını. Japon filmlerinin Avrupalılar ve A- merikalılar için egzotik bir hususiyet taşımasiyle izaha çalıştılar. Gerçek- n de Japon filmlerinin yabancılar ıçın egzotık tarafları yok değildi. Ama bu bakımdan ele alınınca Cannes ya- hut Venedik festıvalı seyırcılerı ıçın meselâ bir minin, meselâ Hınt fılmının de egzotık yönleri var- dı. e de Hint filmle- rİ Japon fılmlerının başarısına erişe- memişlerdi. su, başarının sırrını sinema sanatının dışında aramak boşuna va- kit kaybetmekti. Eninde sonunda va- rılan netice şuydu: Japonyanın yüz- yıllarca süren bir sanat geleneği var- dı; hem de başka ülkelerdekinden ap- ayrı, tamamiyle Japonyaya has bir sanat.. No tiyatrosu 6 asırdan beri sü- regeliyordu; — Kabuki Tıyatrosunun Uç asırlık mazisi vardı. Resim ve mi- mari daha gerilere uzanıyordu. Ja- pon sinemacıları bu zengin sanat ge- leneklerini sinemanın icaplarına uy- durmaya çalıştılar ve muvaffak oldu- Bu durum, Japon filmlerine baş- ka Ulkelerın ülmlerınde rastlanmayan bir yenilik ve zenginlik kazandırı- yordu. “"Kaderin — Maskes Bu zenginliği, memleketımızde şim- diye kadar gösterilen iki Japon AKİS, 23 MART 1957