gösteremiyecekti. Koro — üyelerinden bazılarının, ses ve istidatları göz ö- nünde tutularak, mezun olduklarında koro kadrosuna devamlı üye olarak tâyin edilmeleri ve taşraya gönderil- memeleri daha önce de temenni olun- karar almam konserde hazır bulunar_ı Milli Eğitim Bakanı Prof. Ahmet Özel koronun durumunu bizzat görmüş ve duy- muştur; her faalde bu. güzel teşebbü- sün yerinde saymasını istemiyecektir. İkinci mesele, ezeli meseleydi: Cum- hurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası... Bir senfoni orkestrasının -hem de res- mi hüviyeti haiz bir orkestranın- mevsim mevsim üstüne, atada bir derme çatma bir iki konser vermek- ten başka, hiç bir şey yapmaması, boyle bir orkestranın bağlı bulundu- ğu resmi makamlara çok ağır bir mesuliyet yükler. Cumartesi günkü konser bu orkestrama iyice kötürüm hale gelmiş olduğunu — gösteriyordu. Bu. mevsim Filarmoniden artık birşey beklenemezdi. Gelecek yıl orkestranın şefliğini üstüne alacak olan Robert awrence, can çekişen bir vücuda yemden hayata kavuşturma vazifesi- ni yüklenecektir. Allah yardımcısı olsun! Konserin, solistlerin icrasıyla alâ- kalı tarafı fazla ehemmiyetli değildi. Anlaşılıyordu ki üç solist Sabahat Tekebaş, tenor Camii Sök- men ve basso Ayhan Baran- gerekti- ği gibi hazırlanmadan halk huzuruna çıkmışlardı. Gene de, hiç olmazsa soprano Tekebaş'ın söyleyişinde, az çok zevkle dinlenen, kısımlar vardı. Aralarmda en Zayıfı, bu sıralarda m men" ve he "Va Gogh"daki rolleriyle meşgul bulun- duğu için olacak, partisine gerek teknik, gerekse uslup bakımından hazırlanamamış olan, Ayhan Baran- dı. Nihayet; ÜUniversite Konserlerinin halk eğitimi vazifesiyle alâkalı mese le bir kere daha ortaya çıkıyordu Bu konser aynı zamanda bir çeşit "yıldö- nümü"ydü: Üniversite Konserlerinin 50ncısıydı Seneler önce ilk Üniver- site konserinin verildiği günden beri ileri tek bir adım atılmış sayılamaz- dı. Çünkü bu işe plânsız, programsız, ideal siz, sırf gösteriş olsun diye girişil- mişti. Daha sonra da işin ciddiyetini ve ehemmiyetini idrâk edip, bu halk hizmetini faydalı hale sokmak 1çın müsbet bir yol. tutulmamıştı. Prog- ramlar, Bati memleketlerinde 1lkoku— la daha yeni başlamış çocuklara veri- len senfoni konserlerinin programla- rından daha basit, daha ıptıdaıydı İcralar dalma kotuydu Halkın beda- va konserlere gösterdiği — rağbetten istifade edip gerçek bir kültür verme zahmetini kimse üstüne almamıştı. Arada sırada bir münekkidin çıkıp halka izahlar vermesi, bu izahlar he- saplı bir konser programına dayan- madığı ve kaliteli icralarla beslenme- AKİS, 23 MART 1957 Eduard Zuckmayer Korosuz koro şefi!. diği için, bir işe yaramış değildi. Alâka lılar sadece, salonun her hafta tıklım m dolmasını göz önünde tutup ı(onserlerın faydalı oldugunu sanıyor— ar, meseleyi derinliğine düşünm 'stemiyorlard Bu ara, Edmburgh Festivaline gönderilmek üzere, Tür- kiyedeki musikisi faalıyetıne dair bir filmin bu konserlerden birin- de çekilmesi ve sese alınması, mem leketimiz hakkında ancak aleyhte bır propaganda olabilirdi Gerçi Cumartesi gunkü konser bu- güne kadar verilen Universite kon- serlerinin program bakımından en ol- gunuydu. Haydn nın musikisine tah- sis edılmış olan programda "Mevsim ler" oratoryosunun "İlkbahar" kıs- mı, ondan önce de oratoryoyla tema bakımından alakalı olduğu için seçi- len p senfonisinin ikinci kısmı vardı. Fakat derbeder bir icra bu düşünceli programın maksadını ortadan kaldırdı. Günün birinde Cumhurbaşkanlığı Orkestrası yeniden hayata kavuşur, Gazi Eğitim Korosu devamlılık kazanır ve opera solistleri e kendilerini hazırlayabılırlerse in- şallah "Mevsimler” oratoryosunun ta- mamı, eserin degerıne lâyık bir şekil- de, halka sunulur Yaylar ve nefesler Ses ve Tel Birliğinin ertesi gün öğleden sonra verilen konseri, bir oda. musikisi konseriydi. Bu konsere, Cumhurbaşkanlığı — Filarmonisine ve Devlet Opera Orkestrasına mensup -yani profesyonel sayılması gereken- musikişinaslar iştirak ediyordu. Fa- kat meydana çıkan musiki çok kere ancak, istidatsız ve tecrübesiz ama- törlerin verebileceği çaptaydı. MUSİKİ Program, bilhassa nefes çalgısı e- serlerine yer vermesi bakımından, a- lâka çekiciydi. Fakat konserin mezi- yeti bundan ibaret kaldı. İlk eser, Mo- zart'ın Ski klarinet (Hayrullah Doy- gu, Muzaffer Çeliker) ve fagotla (Orhan Göktürk) çalınan bir diverti- mento'suydü. Üç çalgı arasında ses muvazenesinin kurulamamış olması ve nüanslarda hesapsızlık, esas melodik hatlarla refakat partilerinin birbirine karışmasına ve bu neticelerin bazan esas hatları bastırmasına yol açtı. Üç çalgıcı aralarında tam bir beraberlik de kuramamışlardı. Ustelık asla hata yapmamasıyla tanınan — Hayrullah Duygunun talıhsızlıgı tuttu ve tered- dütlü, bozuk sesli bir icra çıkardı. Maamafih kusuru, Hayrullah Duygu gibi bir ustaya bulmak doğru olmaz. Kamışlı çalgıların arasıra çalgıcının iradesini hiçe sayı ve başına buy- ruk sesler çıkardıgı bılınr İkinci eser, Dvorak'in Amerika se- yahatinin renklendirdiği Fa Majör Kuartet, kendilerine toplu bir isim verme cesaretini . gösterememiş dört kişi -İlhan Ozsoy, Ulvi Yücelen, İz- zet Albayrak, Nejat Tekebaş- tara- fından çalındı. Yarı amatör bir kuar- tetin -Helikon Kuartetinin- birinci ke- mancısı olan Ulvi Yücelen, ikinci keman 1skemlesındeyd1 Yücelenin bu tevazuyu göstermiş ol- ması, Pazar günü çalan kuartetin Helikon grubundan daha üstün oldu- ğunu, peşin hüküm olarak, düşündü- rebilirdi. Ama aslında, dort profesyo- nelin meydana getırdıgı buiki toplu- luk, Helikon Kuarteti ayarında bir grup olmaktançok uzaktı. Cumhur- başkanlığı Orkestrasının dört kişiye inmiş hali olarak — görülebilecek bu grup kaba, ruhsuz, bozuk entonasyon- lu, musiki aleyhtarı bir icra çıkardı. A rada bir, viyolonsel soloları geldiğin- de kulak okşayıcı sesler duyuluyordu. Fakat viyolonsel iskemlesinde otu- ran Nejat Tekebaşın musikişinaslığı- nı kuartetin toplu çalışmasında bul- mak imkânsızdı. Programın ikinci kısmında kuar- tet ve klârinetçi Hayrullah Duygu bir araya geldiler ve Mozart'ın şa- heserlerinden Klarinetli Kuinteti çal- dılar. İlk iki muvmanda işler hemen hemen yolunda gitti. Zaten bu eser, Hayrullah uygunun en iyi çaldığı partilerden biriydi. Değil yalnız mem- leketimizde, bütün dünyada pek az klârinetçi bu partiyi Hayrullah Duy- gunun olgun anlayışıyla çalabilirdi. Fakat yanındaki musikişinasların da aynı anlayışı göstermesi gerekirdi. Bütün konserin zirvesini teşkil eden ikinci muvman bitince çalgıcılar, bu kadar başarıyı yeter görmüş olacak- lar ki, cehennemi bir hızla menuetto'- ya girdiler ve aynı taşkın, sinirli tem- poyu son kısımda da devam ettirdiler. Dünya sürat rekorunu kırmış beş at- let olacak finale -daha doğrusu "fini- şe" - vardıklarında hızlarım alama- yıp yarışın son merhalesini- dördün- cü muvmanı - tekrarladılar. 29