radığınız münekkid değil, her yaptığı- alkışlamakla mükellef meddahlar. M id geçinen" bazı kimseler bazı gazetelerın sayfalarında sizden mutlak bahsetmeli. Ama hâşâ hakkı- nızda kötü yazmamalı. Yahut öyle birşey yaparsa bile "Hani senin dip- loman? Sen tiyatroyu nerde okudun yahu"" diyebilmelisiniz, öyle yağma k Cemal Arı -pardon Suat Taşer- beyefend i! Bu işin tek çıkar yolu şüphesiz sanatkârların her şeyden önce tiyat- rodan anlayan müne oksa anlamayan münekkid mi istediklerine cesaretle karar verebilmeleridir. Şa- yet mutlak, ama mutlak tiyatrodan, -Devlet Tiyatrosundan değil-, gerçek manasıyla tiyatrodan anlayan bır münekkid istiyorlarsa " ekkid g cınenler"den şıkayetçı olanların da "aktör geçinmekten" vazgeçip "ak- tör" olmaları gerekecektir. Tiyatrodan sinemaya ma aktor geçınmek ten vazgeç- mek te ünekkid olmak" kadar güç bır iştir. Bunun en yakın misalini bize yine Devlet Tiyatrosunun sabık aktörlerinden biri — vermiştir. Anka- ralılar bundan tam altı ay önce Oğuz Bor: evlet Tiyatrosundan istifa ettıgını gazetelerde okumuşlardı. O- ğuz Borama istifa sebebi, şüphesiz, aktörlüğünün, bulunduğ müessese içinde bir türlü lâyık olduğu mevkii almamış olmasıydı. Sanatım başka bir tarafta ispata elbette hakkı var- dı. Bu sebeble çalıştıgı müesseseden istifası elbette "mü " vasfını ta- şırdı. Tiyatro gibi mühim bir dâvanın peşinde açılacak olan yani bir tiyat- roda, diyelim ki bir "Beşinci Tiyat- ro"da sabık bir Devlet Tiyatrosu aktörü sanat anlayışını isbata karar verirse, bunu sadece takdirle karşı- lamak gerekirdi. Nitekim ilk hamle, duvarlara asılan kocaman afişler, dük- kân ve eczahane vitrinlerini süsleyen "mühim" ifadeli fotoğraflar bir müd- det ıçın tül neticeyi de doğurdu. Fa- kat o yândan bu yana aradan tam al- tı ay geçtiği, bir tiyatro mevsimi baş- layıp bıttıgı halde bir sanat hâdisesi- e teşkil edecek olan "Beşinci Tıyatro bir türlü açılamadı. "Beşinci Tiyatro"nun açılıp açılmamasının sa- bık aktörün aktörlüğü ile şüphesiz uzaktan yakından hiçbir alâkası yok- HALİKARNAS BALIKÇISI- NIN EN YENİ ESERİ Gülen Ada YEDİTEPE YAYINLARI ARASINDA Fiatı 100 Kuruş AKİS, 23 MART 1957 tu. Ancak büyük iddialarla ortaya a- tılan herhangi bir sanatkâr kendisine bir sanat yuvası yerine bir sinema hediye edilmesine sırf ticari mülâha- zalarla rıza gosterırse o sanatkârın sanatına da, sanat yuvasına da şüp- heyle bakılması elbette tabiidir. "Be- şİnci Tiyatro"nun kapılarını halka bir sinema olarak açtığı gün aynı halk altı ay önce gazetelerde ve İstanbu- lun bir büyük otelinde tertıplenen ba- sın toplantısında verilen "mühim" be- yanatları da elbette unutmuş olma- yacaktır. Tevazu ve tahammül zarureti u gösterişli tıyatro hâdiselerinin arkasında sessiz sedasız, fakat muhakkak ki çok daha verımlı adım- ların atılmakta olduğu da bir haki- ttir. Ankara Üniversiteliler Tiyat- rosu, Fikir Klübüyle elele vererek geçen haftanın sonunda iki pano ve birkaç aksesuvardan ibaret öte beri- lerini bir kamyona attıkları gibi Kon- yanın yolunu tuttular. Bu gençlerin ti- yatrodan bekledikleri ayda 1500 lira maaş, Konya seyahatinden elde ede- cekleri de maaş dışı bır harcırah de- gıldı Gençler Konyaya sırf bu sim sahneye ko; ydukları eserlerı Kon- yalılar önünde de temsil etmek gaye- siyle gitmişlerdi. Konyalıların, şu mütevazı halleriyle gençleri bağırla- rına basışı ve temsillere gösterdikleri buyuk alâka hakikaten heyecan ve- rıcı bir man ara arzetmişti. Daha nçler Konyaya varmadan bütün bıletler satılmış, temsilin — verildiği pazar gecesi tiyatro salonunu o za- mana kadar görülmemiş bir kalaba- lık doldurmuştu. Seyirciler arasın- dan çıt çıkmıyordu ve o gece Anka- ra Üniversiteliler Tiyatrosu muhak- kakki temsillerinin en heyecanlı, fa- kat en başarılısını vermişlerdi Bu tur- neyi tertipleyen Fikir Klubunun hası- lattan — Üniversiteliler ' Tıyatrosuna ayıracağı mütevazı bir meblâğ ise şuphesız gençlere bu ay temsil ede- cekleri "Saat Sekizbuçuk" isimli bir perdelık yeni bir telif pıyes için daha iyi imkânlar sağlamağa yarıyacaktı. Ama böyle düşünenleri de bir su- kutu hayal bekliyordu. Maalesef Fi- kir Klübü bu yola gitmemiş ve Kon- ya gezisinden elde ettiği hasılatı, U- niversitelıler Tiyatrosuna bir tek ku- Tuş o ayırmadan cebe ındırmıştı Unıversıtelıler Tiyatrosunun temsilinden sonra heyecana kapılıp türlü vaadlarda bulunan Devlet Ra- kam Celâl Yardımcı, soyledıgı sozle- ri unutmuş olabilirdi. Bu yüzden üni- versiteliler Tıyatrosu hâlâ sahnesizlik içinde kavranabilir, provalarım men- suplarından herhangıbırının evinde zorunda kalabilirdi. Bunu hoş karşılamak da mümkündü. Zira nıhayet Celâl Yardımcı bu işin ateşi- ni içinde duyan, bu yola baş koyan biri değildi. Ama bizzat Üniversiteli gençlerin kurduğu, b takım sanat ve tiyatro faaliyetlerine gırışen, bir takım dâvalar peşinde koşan Fikir Klübünün daha anlayışlı hareket et- TİYATRO Cevat Fehmi Başkut Meyvalı ağaç taşlanır mesi beklenirdi. Bu duı'um karşısın- da Üniversite Tiyatrosun! kara Festivaline katılabilmesi ıhtımalı büs- bütün zayıflıyordu. Yeni Tiyatro Kleopatranın Mezarı evat Fehmi Başkutun son eseri daha sahneye konulmadan önce çıkarılan rivayetler, bu piyesin Kleo- patranın değil ama, tiyatro müellifi Cevat Fehminin mezarı olacağı mer- kezindeydi. Geçen hafta Yeni Tiyat- ronun perdelerinin açılmasıyla seyir- cilerin önüne çıkan eser, Cevat Feh- minin diğer sevilen eserleri kadar kuvvetli olmamakla beraber bu ri- vayetlerı boşa çıkaracak güçteydi. her zamanki alaycı ve ince hıcıvlı ifadesiyle halk psıkololısını mış ve ortaya çok kim ara fından zevkle seyredilen bir eser koy- muştu. bir zengin eşinde, en “"Kleopatranın Mezarı" zahire tüccarının define koyu batıl itikadlar ve hurafelerle gözü kapalı olarak bütün servetini tüketmesini hikâye ediyor. Kayserili Abdullah Hoca» bir yobaz bozması, cin ükırlı bir dolandırıcıdır. Zahireci an Ağanın evine yan ge- lip yerleşiyor; ipsiz sapsız dualar, sonu gelmez yakarmalarla ergeç de- fineyi bulacağına inandırdığı "ağa"- yı son metaliğine kadar sömürüyor. Ne ağanın okumuş kızı, ne aklı selim sahibi karısı, ne de kendi gibi define tutkunu sadık adamı Hayatı bu sö- mürülüşün önüne geçemiyor. Nihayet para tükeniyor ve Hocanın da takke-