Puanlı elbise 1957 ihtilâli!. oynamaktadır. Uzun kollar ekseriya bileklerden yukarda kesilmiştir; "ki- mono"dur ve böylece kadının tabii ve yuvarlak omuzları meydana çıkmak- tadır. Dümdüz küçük mantolar, Hint "sari"lerinden ilham alan kapuşon yakalar, hareketle ortaya ç muşak ve cazip bir biçim 1957 ılkba har modasında Doğunun tesirlerini ifade etmektedir. Renklere gelınce, Parisin klâsik ılkbahar rengi gece mavisi bu sene de vaçtadır. Bundan başka açık gök avısı kum rengine kadar beya- zın bütün tonları, sarı, gayet parlak bir gelincik kırmızısı mevsimin mo- da renkleri arasındadır. Gecen mev- sim ortaya atılan eflatun tonları ge- e de mevcuttur ama gözde mevkiin- den aşağı duşurulmuştu İhtilâl 1957 modasını daha iyi anlamak için modelleri takip etmek, büyük terzilerin hazırladıkları son elbıselerı gözden geçirmek lazımdır ünkü as- hnda değişiklik çok büyüktür ve mo- dada bunu bir Iht lal dıye isimlendir- mek mümkündür Modellere bakıldığı zaman ilk göze maşlar yaz modasını istilâ etmiş gö- rünüyorlar. Jagues Fath bey anlı pembe müslimden nefis drapelı bir askılı dans elbisesi ve etolünü ha- zırlamıştır. Desses, siyah puanlı bir beyaz ipekliden baştan başa drapeli çok ağır bir gece elbisesi hazırlamış- tır. Nina Ricçi gene puanlı bir ipekli- yi duble ederek abiye tayyar hazır- lamıştır. Puanlı küçük elbiseler, par- dösüler ise her defilede mebzulen gö- rülmüştür. 26 TİYATR O Ankara Münekkitsiz Tiyatro Geçenlerde Devlet Tiyatrosu sa- natkârlarından birkaçı, bir dost- larının evinde toplanmışlardı. şam- dan başlayan münakaşa, vakit gece- yarısına yaklaştığı halde devam edip gidiyordu. Münakaşanın mevzuunu aktörlerin "münekkit geçinen'lere karşı besledikleri kızgınlık ve onları aşırı derecede reddedıcı fikirler teş- il ediyordu. Bu sanatkârları uzak- tan Sessızce dınleyen herhangi bır kimse muhalefet istemeyen bir tatorluk rejimi gibi, onların da sanat- larına dil uzatılmasına asla ve asla musaade etmek istemedikleri kana- atine varmakta gecikmezdi. O gece aralarına tesadüfen çok genç bir ti- yatro münekkidi de karışmış bulun- duguna gore, sanatkarların bütün hü- mların na cih edilmiş olma- sı da pek tabııydı Nıtekım böyle ol- du. Genç münekkid, yarı şaka, yarı ciddi bir hayli hırpalanmak istendi. Tecrübesizliği, bilgisizliği yüzüne vu- ruldu. Sağdan soldan misaller göste- rilerek kendısıne epeyce gözdağı ve- rildi. Karşılarındaki nihayet üniver- siteli bir talebeydi. Tiyatroyu nerede Öğrenmiş olabilir; ne hakla şuna iyi, buna kötü diyebilirdi. Bu münakaşa ve hücumlar esnasında sadece Dev- let Tiyatrosunda ve seyirci nazarın- daki kuvvı etlı yerini çokta hakket- miş bir aktör gayet sessiz duruyor, fakat zaman zaman genç münekkidi. müdafaadan — kendini — alamıyordu. Gerçi Üniversiteli münekkidin bu tar- tışmada pek de müdafaaya ihtiyacı yoktu. Zira kendisine dostane nasihat lar veren, ona doğru yolu gösteren ve hatta pek mütevazı de davranarak 5 sene Konservatuvarda okuduğu, 10 yıl danberi de Devlet Tiyatrosu sahnelerin de fiilen çalıştığı halde hâlâ tıyatroyıı bilmediğini itiraftan çekinmeyen sanatkâra "O halde neden sahneye çıkıyorsunuz?" diyecek kadar açık sözlüydü. Genç münekkit yapılan bü- tün hücumlara karşı gülümseye gü- lümseye "Seyirci sizi seyrelmeğe ta- hammül ediyor da siz neden münek- kitlerin yazdıklarına tahammül etmi- yorsunuz?" diyordu. "Münekkid" ke- limesinin telâffuzu dahi o on yıllık ak törle yanındakı arkadaşının dama- rına basmak için kâfi geliyordu. Zira Devlet Tıyatrosu sanatkârlarının ço- ğunda olduğu gibi bu iki ahbap ça- vuşlar da memlekette tiyatro münek- kidi olmadığım, mevcut geçınenlerın de bu ışten zerre kadar anlamad rını peşınen kabul etmışlerdı oO hal- de "münekkit le yazdıkları" de- mekle genç nekkıd sanki neyi kastedmek ıstıyordıı Bu mevzuda söylenebilecek sözle- rin hepsi de tekrar' tekrar soylendı ve münakaşa sonu gelmeyen güzel bir roman gibi nihayete erdi Türkiyenin şurasında veya bura- smda iyi yahut kötü bir tiyatro ma- dem ki vardı, Turkıyenın şurasında veya burasında iyi ya kötü bir takım münekkitlerin de mevc ut ol- ması lâzım geldiğine kimsenin itiraz etmemesi gerekirdi. Röportaj kurbanları Ne var ki bu neviden münakaşalar ve hor görmeler sadece birtakım dostlar arasında yapılan ateşli soh- betlerden ibaret kalmıyordu. Devlet Tiyatrosu sanatkârlarının münekkit- sizlikten, daha doğrusu kötü münek- kitlerden şikâyetleri son zamanlarda bazı gazetelerin sayfalarında da yer almağa başlamıştı. Yani İstanbulun "Devlet Tiyatrosu Sanatkârları Ko- nuşuyor' başlığı altında hazırladığı bir seri röportaja alınan cevapların mühim bir kısmım sanatkârların mu- nekkid yo klugundan duydukları * u- zuntu ile bılha ssa "münekkid geç enlere" karşı duydukları kızgınlık teşkıl etmektedir. Röportajı yapanla- rın agzından daha "münekkid" keli- mesini duyar duymaz bu sanatkarlar- dan birçoğu kızgın yağa su damlatıl- mış gıbı patlayıp çatlamağa başlı- yorlar, işin en hoş tarafı da, Devlet Tıyatrosunun tanınmış ı'e_ıısorlerın- den biri münekkidin ancak kons vatuvardan, yani mektepten yetışebı- leceğini söylerken, gene Devlet Tiyat- rosunun kendi ıyla ve namı müstearıyla tiyatro tenkıtlerı yazan bir sanatkârının -Suat Taşer- Anka- rada Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülte- sine bağlı bir "Tiyatro Münekkidliği Enstitüsü" nün açılacağını duyunca "Desenize, başımıza bir de diplomalı ukalâ yetiştirecekler!" demekten ken- ini alamamasıdır. Desenize sizin a- Suat Taşer Hem gül, hem oyna., oh ne âlâ! AKİS,23 MART 1957