his ve heyecan çağlıyamı gibidir, ve öyle bir yaratma şevkı için- deyim ki, bunlara en ulvi ifade şekillerini verebilirim. Lâkin, neden BAHAR kelimesinden öteye geçemiyorum? aAkasya ağaçları.... bunlar daha iki üç yıl evveline kadar bir ta. kem incecik çubuklardı. Şimdi kaskoca ağaçlar oldular. Ve altla- rında adamakaıllı gölge veriyorlar. Komşumun bahçesi ise ben bu mahalleye geldiğim vakit bir çıplak arsadan ibaretti. Simdi en nadide güller Ve çiçeklerle süslenmiş, yeşil, serin, güzel bir top- rak parçasıdır. Ankara'da bir şey yetişmez, bir şey olmaz diyen- ler...» Ne yapıyorum? Eyvah, neler söylüyorum? Hani, benim bir da- kika evvelki lirisme'm? İçerimde çalan o mızıka neden sustu? İçerimde rakseden o adam neden durdu? O kalbimdeki çağla- yan birdenbire neden kuruyuverdi? Bu ne ıssızlık, ne kuraklık!.. Kendi kendime: «Dur, dur! O amı tekrar yakahyacağız.» diyo- rum, Fakat, bunu derken, şüpheli bir tebessümle gülümsüyorum. Tıpkı Faust'a sırıtan Mefistofcles gibi gülümsüyorum. Nihayet sihir bozuldu. Doktor Faust, yıpranmış, tiftilmiş kara kumaştan esvabiyle tekrar kırık ayaklı koltuğuna oturdu. Hey- hat, Walpurgis gecesi bir hayal imiş. Heyhat, Margaretta bir hayal imiş. Ben, bu gece, askımı ilân için hiç bir sevgiliye gitmi- yeceğim. Karşımda, uzun bir emeğin mahsulü olan şu bahçe karşımda bir belediye meşclesi olan şu ağaçlar var. Ve daminki ilkbahar ta- hasstisünün arkasında bütün bir gşehir, bir ülke umranı davasının katı ve kuru realiteleri başlarını kaldırmış, bana bakıyorlar. Daha doğrusu, ben onların üstüne iğiliyorum. Allaha ısmarladık deminki yüksek tahassüs iklimleri!... Hiç şüphesiz, beni böyle, yere doğru çökerten şey, kırk beş yılı- mm omuzlarımdaki yüküdür. Deminki çocukça neşem, hiç şüp- hesiz, gönlümdeki gençlik çağınm büsbütün sönmezden evvel çıkardığı son parıltılardan biriydi. Geldi, geçti. Lâxin, benden çoak daha genç olanların gürüş, duyuş ve ifade 3 88